27 Ekim 2014 Pazartesi

Üstüme geliyor Caesar'ın boku.

Üstüme geliyor Caesar'ın boku.
Asırlık bir bok girdiğinde kapıdan içeri,
korkarım o boku yalnız bırakmayacak kadar
sıçabilirim altıma.
Asırlık bir boşalma olur,
Barsaklarım rahatlar.

Üstüme geliyor, anladınız mı?
Asırlardır kurumamış, taptaze bir bok.
ne öğrendin diye soracak,
olursanız,
karpuz çekirdekleri,
o vakitte de,
sindirilmeden karışıyormuş
bokun içine.

İçine alıyor bu bok,
bir başka içine alıyor,
içimi alıyor,
boşalıyor bedenim,
suyunu bitirmiş bir sarı limon
gibi.
Ölüm böyle bir şey işte yavrucuğum.

Caesar ölse de,
Boku ölmüyor.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

'O kadın'ım yok.

Geleceğin adı siyah.
Kör ermiş asasına tutundu,
hayaller konduruyor kafamıza.
Kudurmaktan gülemiyorum;
'O kadın'dan bahsediyor,
ne yazık ki,
'O kadın'ım yok.
Bir cümle eder kelimeler,
şair kaçıyor içimden
oysa girmeli!
Bekleyecek ne var?

Üç ya da kez
birileri uzakta
Tanrı birden fazla olmaz!

Şıracı yalan söylüyor,
emiyor yalnızlığı ve fakirliği.

Afiyet olsun.

Ahmet YATĞIN

19 Temmuz 2014 Cumartesi

Hayal kurucaz ve ölücez.

Hayal kurucaz ve ölücez.

Mesela beyaz kadının hayalini kuracağız. Ya da bir çok beyaz kadının hayalini kuracağız. Orhan Pamuk'un söylediği gibi sinemalardan çıkarken başımız öne eğik, kurduğumuz hayallerimizi düşüneceğiz. Özeneceğiz amerikan yaşamına, sonra da filistinli çocuğun ölümüne üzüleceğiz. Uykuya dalmadan önce hayallerimizi gözden geçireceğiz. İşe yaramayan hayallerimize daha çok güleceğiz. bir şekilde uykuya dalıp, rüya göreceğiz. yani hayal kurucaz ve ölücez.

daha ne lazım?

7 Temmuz 2014 Pazartesi

durgun günlerden birisiydi
güzellik çaldı kapıyı
girmedi.
biraz uykum var.
biraz daha.
evet tam orası.
bu kadarmış.
siktir.

7 Nisan 2014 Pazartesi

çabuk sıkılan kaplumbağa

şimdi size çabuk sıkılan kaplumbağanın hikayesini anlatacağım.
hayır hiçte bile dramatik değil. yavaş yürümesinin katlanılmaz hale gelmesi dramatik değil. her neyse hikayeyi aptal yorumlarınızla bölmeyin. amerikancı da değilim, kes sesini.

Bir varmış bir yokmuş küçük bir kaplumbağa varmış. bu arada aklıma geldi, kaplumbağaların sırtının kaşınması ne kadar berbat bir şey olurdu değil mi? hahaha aynen çok komik olurdu.

bu kaplumbağa bir gün evi sandığı kabuğuyla gezerken, tam 15 metre gitmiş. sonra ailesinin yanına geri dönmüş. ertesi gün 20 metre gitmiş sonra ailesinin yanına geri dönmüş. böyle git gel git gel en sonunda sınıra yaklaşmış ve hergün tüm gücüyle 200 metre gidip geri geliyormuş.

artık bir karar vermesi gerekiyormuş ya metreler katedip artık sıkılmayacak ya da 400 metre çapında bir dünyaya razı olacaktı. Karar vermiş. bir kola tenekesi kadar kabuğa ev diyen eleman, 400 metre çapındaki dünyaya evet diyebilirmiş. ve kararını vermiş.

işte size çabuk sıkılan kurbağanın, çabuk sıkılmasının kurbağa olduğu gerçeğini değiştirmeyeceğini anlattım.

hayır o kadar boktan bir hikaye değil, siktir git sen ne anlarsın hikayeden. pezevenk la fontenci.

26 Ocak 2014 Pazar

Şiir mi yazmış?

içimde bir öykü var baba.
senden bahsediyor ihtiyar.
gözlerine cam kaçmış.

içimde bir öykü var baba,
geçmişi eşelemiş.
eline bir şey geçmemiş
geçememiş.
o öyküde baba,
senden de bahsetmek isterdim,
ama sen çok yaşlısın,
ölürsün diye korkuyorum,
insan korkar baba,
öyle deme.

senden bahsediyor ihtiyar,
kim kiminmiş.
kimse işlememiş.
işleyememiş.
bahislerinde ihtiyar
ölmek istermiş.
ölememiş.
ihtiyarlar ölmez,
ya da öldüğü hissedilmez.
işte bunlardan bahsetti ihtiyar.
kimse dinlememiş.

gözlerine cam kaçmış,
kaçığın tekiydi herif.
hapishaneden kaçmış.
uzak kal,
gözlerden,
çünkü biliyor,
herkes ne yaptığını,
gayet iyi biliyor.
ama işte
bazen bilmemezlikten geliveriyor herkes.
ya da her zaman.
bilemem ki.

7 Ocak 2014 Salı

Bakir Moruk

üç ay önce tanıştığı yaşlı herifin cenazesindeydi. isteği üzerine, eski dostları birer sigara yakacaklardı, köküne kadar sömürülmüş izmaritleri toprağın arasına karışacaktı. izmaritlerin süngerleri, yaşamın akışından emdiği tüm sarılıkların sonunda kararmış birer yürek gibiydiler. karaciğer misali. her bir dostundan bir izmarit. eşinden, oğlundan, keman çalan kızından, memurluk yıllarındaki çaycısından, mecidiyeköydeki kiracısından, devlet tiyatrosundaki öğrencilerinden... her birinden izmaritler dökülüyordu toprağa.

yaşlı herif oyun yazarlığı yapardı son yıllarında. yazdığı oyunlar istanbul çapında, sanat camiası tarafından ilgi toplardı. kimileri bir boka yaramadığını düşünürdü herifin ve yazdıklarının. bukowskivari bir herifti. sigaraseverdi, alkolseverdi, kadınseverdi. favori içkisi, viskiydi. ağır içerdi yaşlı herif.

böyle bir adamın cenazesindeydi, otuzundaki Bakir. yaşlı herifin cenazesindeydi. dualar okundu, göz yaşları döküldü. şanslıydı, ağlayanları vardı. Bakir cenazeden çıktı. izmaritini attığı sigarasını düşünüyordu. o anı da tabiki. 've sigaralar yakıldı, izmaritlerle gömüldü moruk' diye başlayan şiirine yoğunlaşmıştı. küçük çaplı bir dergide yazarlık yaparak geçiniyor ve yazdıklarıyla hafızasını resmileştiriyordu. yaşlı herifle üç ay önce bir metrobüs yolculuğunda tanışmıştı. moruğa yer vermesi gerekiyordu. o vermemişti. daha sonra yanında oturan kadın kalkmıştı. kadın seksiydi. kadın seksidir. gidişine üzülmüştü elbette. ve elbette bir şey beklemiyordu kadından ama; insan üzülür işte. Moruk oturur oturmaz başladılar konuşmaya. arkadaş oldular. birlikte metrobüsteki kadının elektronik sesiyle otuzbir çekilebilir mi diye düşündüler. e ikisi de marjinaldi. düşünebilirlerdi böyle şeyler. Bakir aklından geçiriyordu tüm bunları. ne kadar iyi bir adamdı. ne kadar iyi bir arkadaşdı. şimdi biraz daha arkadaşsız kalmıştı Bakir. olabilirdi, herkes ölür. zincirli kuyudan binecekti metrobüse. orada oturma şansı vardı, eğer bir takım kurallara uyabilirsen. uydu, oturdu, defterini çıkardı Bakir, elektriği pek sevmezdi. zaten oyunu, elektronik sesle otuzbir çekilmezden yana vermişti. yanına oturdu yaşlı herif. başladılar konuşmaya.

"nasıldı hayat moruk?"