10 Eylül 2012 Pazartesi

Raslantılar Prensi

Hayatında ilk defa operaya gitmişti Nalan. Her şey olması gerektiği gibi farklıydı, herhangi bir konserden çok daha farklısıydı. Oraya gelen insanları süzdü, dikkatlice. Bir Banka görevlisi olarak insanları izlemeye alışmıştı. Salona girdiğinde hissettiği duygu, sanki bir kültür seviyesi daha atladığını söylemişti ona. Gülümsedi. Koltuğuna oturduğunda, bundan sadece 3 saat önce yaşadığı telaş aklına geldi. Haftanın son günüydü, ve ekonomi kapanıyordu. Bazı şeyler son bulurken haraketlenir; bankalar, savaşlar, yeminler ve dahası... Bilirsiniz işte, son yeni bir başlangıcı doğurur, yeni bir başlangıç ise eski bir sonu, her şey farklı başlar, ama hep aynı biter, bitmeyi farklılaştıran pek bir şey göremezsiniz çevrenizde, bitişler biter. Bitmesi, nasıl bittiğinin önemini yok eder belki de...

Neyse biz Nalan'a dönelim. Gösteri başlamıştır, hayatında ilk defa gördüğü enstrümanların birbiriyle uyumuna dalan Nalan'ın gözleri, ilk defa bu büyülü arenaya geldiğini farkettirir onu izleyen birisine ve evet, onu izleyen birisi vardır, çünkü Nalan gerçekten izlenesi bir güzelliktedir.


Mozart'ın en ünlü eserlerinden birisi, Chopin'in kendi cenazesinde, kendi bestelediği ölüm marşının yerine çalınmasını istediği eser, Requiem... Kulaklarında dans eden müziğin büyüsüne kapılır Nalan, üzüntü, mutluluk, heyecan, sevinç, göz yaşı ve gülümseyen güzellik... Her şey oradadır. Nasıl olabiliyorda bir müzisyen, bir sinema filmi gibi ya da bir kitap gibi adeta bütün duyguları notalarıyla hissettiriyor... Doğrusu hiç bir zaman müzisyen olamayacağım ve sanırım nasıl olduğunu anlamak yerine, sesimi kesip dinlemeliyim.

Nalan'ın büyüsüne kapıldığı şölen az önce bitmiştir. ve Dışarısı soğuk, taksiciler etrafda dolaşıyor ve insanlar taksicileri arıyor. Birbiriyle uyumlu olan karıncalar gibi adeta, Nalan öyle hissediyor. Etrafına bakınıyor ve bir taksi arıyor, köşede duran sarısı biraz solmuş taksiyi seçiyor ve oraya doğru yürüyor.

"Boş mu?"
"Evet ablacım, sen bin hemen geliyorum."
"Peki."

Nalan o gün neler yaşadığının farkında değilmişçesine sakindi. Takside yaklaşık beş dakika kadar bekledi ve bir anda kapı açıldı, fakat açılan kapı ön koltuktan değil, oturduğu arka taraftan ona uzak olan kapıydı, Nalan şaşırdı ve bir adam bindi içeriye, Taksici de tam o sırada geldi arabaya ve üçü bir anda gülüştüler. İnsan tanımadığı insanlarla, ortak geçmişe sahip olmadığı kişilerle kahkahalarla gülebilir miydi? Eğer Nalan, hala eski ve küçük şehrinde birinci sınıf üniversite öğrencisi olsaydı ve taksiye bindiğinde gecenin o saatinde sakin kalabilir miydi? Bu durumda iki seçenek ortaya çıkıyor. Kalırdı çünkü: Nalan geniş yapılı bir ailede doğmuştu. Ailesi avrupai koşullarda yetiştirmişti, babası hafta sonları arkadaşlarıyla futbol oynardı, annesi ise her sabah koşuya giderdi. Mahallelerinde bazıları onları "Alamancı" zannederdi, çünkü avrupaiydi. Ya da Kalamazdı: Çünkü ailesi biraz daha anadolu hayatına sahipti, babası işçiydi ve ekmek getirebilmenin gururu vardı. Annesi ise ev hanımı, en fazla arkadaşlarıyla gün yapardı. ve Çevresinde genellikle tanıdığı insanlar olurdu, tanımadığı insanlarsa çevresinde olmazdı.

Bu iki durumu da göz önünde bulundurursak, Nalan'ın hayatını, tepkilerini ve hissettiklerini, ailesinin ya da daha genel tabirle çevresinin etkilediği sonucuna ulaşırız. Nalan hayatını, insanların ona verdiği kişilik üzerine mi yaşıyordu? Örneğin, bizim sayemizde ilk defa rock konserine giden bir arkadaşımızın, bizi yeni tanıştırdığı arkadaşlarına tanıtırken; "kendisi rock'çıdır" demesi, bizi rock'çı mı hissettiriyordu? Çevremizdeki insanların bize olan etkisi -ki onların da farkında olmadan yaptıkları şeyler- bizi kendimiz olmaktan mı uzaklaştırıyordu?

Arabaya binen genç adam, yüzünde hala kahkahadan arta kalan kırmızılıkla, dikkat etmeden bindiği için genç bayandan özür dileyecekti ki tam o sırada o bayanın, Requiem'in rüyasına kapılmış bayan olduğunu farketti. Şaşırdı, ve sonrasında:

"Siz, sizi operada görmüştüm, gerçekten büyülenmiştiniz, ilk defa geldiğiniz gözlerinizden anlaşılıyordu"
"ah, evet, ilk defa geliyorum, harikaydı gerçekten, mesleğimin sıkıcı ve boğucu zamanlarından arta kalanlarda denediğim farklı şeylerden birisiydi. ve Sanırım bundan sonrasında da sık sık yapacağım" gülümsedi Nalan.
"Senin adına sevindim ve.. aa.. Eğer rastlantılara inanırsan, tekrar kaşılaştığımızda bir şey içelim, rastlantıların bizim için hazırladığı eğlenceli bir akşam geçiririz." yine gülümsedi Nalan.

Taksi harekete geçtiğinde hırkasını üstüne aldı, taksici klimayı açayım mı diye sormasına rağmen, hayır dedi. Kimsenin ne yapacağına karar veremezdi, taksiciye evine bırakması için para ödüyordu, öyle değil mi?

Nalan, arabasına binen genç ve yakışıklı -evet sanırım yakışıklı olduğuna karar kıldı- adamı düşündü. Rastlantılardan söz etmişti, rastlantılarla arası nasıldı ki? Acaba bilerek mi binmişti arabasına, yoksa gerçekten bir rastlantı mıydı? Rastlantıların bizim için hazırladığı eğlenceli akşam derken, gerçekten o akşamı rastlantılar mı hazırlayacaktı, yoksa Tanrı'nın eli mi vardu bu işte de? Eğer ilk karşılaştıklarında, yani az önce güzel bir akşam yemeğine çıksalardı rastlantıların gücü daha çok hissedilmeyecek miydi? Onun söylediği, sanki daha çok bir sözleşme gibiydi. Öyle hissetmişti Nalan.

Eve gidiş yolunda bir çok viraj vardır ve Nalan evine her gidişinde bu virajları yaşamaktan keyif alır. Taksiciden radyoyu açmasını rica eder ve her zaman ilk çıkacak şarkının ne olduğunu merak eder. Taksici de kafa biriyse ki özellikle buna dikkat eder, onunla birlikte söyler şarkısını. ve Aynen öyle yaptı. Gecenin o saatlerinde, yayın yapan radyoların hemen hepsi bir şeyler konuşur ya da arabesk şarkılar çalardı. En azından hep öyle denk gelmişti Nalan'a. Oysa az önce çalan şarkı, inanamayacağı kadar sahte gözüken Mozart'ın notalarıydı.

Rastlantılarla dolu bir gece diye düşündü Nalan. ve Geri dönmesini istedi taksiciden. Taksici şaşırmıştı, ama o güzel kadını, onunla sevişmeyeceğini bildiği halde, kıramazdı. Hem zaten daha çok para alacaktı, neden dönmesin ki? Virajlar daha önce hiç bu kadar sıkıcı gelmemişti Nalan'a... Bir an önce dönmek istiyordu. Sanki evine geç kalmış, annesinin telefondaki telaşlı eve gel çağrısına uyup eve dönmekte hızlı davranan 17 yaşındaki bir kız gibiydi. Üniversite sınav sonucunun açıklanacağı son geceki sabırsızlığı anımsadı. Bir an önce geri dönmek istedi...

Genç ve evet yakışıklı adam, Nalan'ın taksisi sokağın başında gördündüğünde, taksisine bindi. Bindiği taksiyle doğu yönüne giden genç adam, Nalanın Batı yönünden gelmesi yüzünden Nalan'ın dikkatini çekmedi. Oysa her taksiye bakıyordu Nalan. Operanın önüne geldiğinde indi taksiden. ve Genç adamın taksisi uzaklaştı git gide. Nalan bekledi biraz, etrafa bakındı. Göremedi kimseyi. Bankadan çıkarken gördüğü sokak çocuğunu gördü, karşıdaki bankta uyuyakalmış. Nalan öfkelendi bir an için. Rastlantılar yanlış kişiyi seçmişti. Taksiye öfkeyle döndü. Anlık öfkesinin süresi biraz uzundu Nalan'ın. Taksiciye eve gitmesi için komut verdiğinde, eski nazikliği kalmamıştı Nalan'da. ve İşin doğrusu taksicinin fantezileri gereği bu onun daha çok hoşuna gitmişti. Bir taksici arabasına aldığı onca güzel ve çekici kadını asla yatağa atamayacağının bilincindedir. Yapması gereken tek şey, izlemektir.

"Ablacım, sorması ayıptır ama, öfkende geçtiyse, biz neden döndük acaba unuttuğun bir şey mi var?" Nalan'ın öfkesi artık geçmişti ve eski gerçekçiliğiyle cevap verdi.
"Aslında hayır, o adam, ondan hoşlandım ve orada olabileciğini düşündüm, rastlantılar safsatasına kanıp geri döndüm, aptallık işte" dedi ve inandırmayan şekilde güldü. Sonrasında yüzünde oluşan umutsuzluğu keyifle seyreden taksici, dikiz aynasından, ablasını dikizleyerek seslendi:
"Ablacım dert ettiğin şeye bak ya! O adamın nerede çalıştığını biliyorum genelde her hafta sonu buraya gelir ve benim arabaya biner, zaten o yüzden direkt binmişti az önce, ahh.. şurda kartı olacaktı, hah işte, buyur"

Nalan'ın suratında şaşkınlık vardı sadece. Fakat hissettikleri; Mozartın ünlü eserinde hissettiği duygularla aynıydı. Gözlerindeki duygular karmaşasını seyretti, camdaki yansımasından. Nalan, gülümsedi....



1 yorum:

  1. Sayın Ahmet YATGIN , blogu uzun süredir takip etmiyordum fakat bu yazıyı okuduktan sonra pişmanlığı hissettim . öncelikle demeliyim ki harika bir kurgu vardı ve "Bu iki durumu da göz önünde bulundurursak, Nalan'ın hayatını, tepkilerini ve hissettiklerini, ailesinin ya da daha genel tabirle çevresinin etkilediği sonucuna ulaşırız. Nalan hayatını, insanların ona verdiği kişilik üzerine mi yaşıyordu? Örneğin, bizim sayemizde ilk defa rock konserine giden bir arkadaşımızın, bizi yeni tanıştırdığı arkadaşlarına tanıtırken; "kendisi rock'çıdır" demesi, bizi rock'çı mı hissettiriyordu? Çevremizdeki insanların bize olan etkisi -ki onların da farkında olmadan yaptıkları şeyler- bizi kendimiz olmaktan mı uzaklaştırıyordu? " bölümünü okuduktan sonra bütün sayfayı okurken bunları kendime sordum . ve çoğunlukla başkaların istediği hayatı yaşıyoruz sanırım . bunları bana ve benim gibilere hatırlattığın için teşekkürler . ayrıca "requim" gibi harika bir parçayı seçmen çok güzel olmuş ben genellikle bu parçanın bir ölüm marşından çok hayatı hissediyorum doğumu yetişkinliği yaşlılığı hissediyorum özelliklede duyguların en yoğun yaşandığı dönemlere ayırırsak şarkının başı hafif ortalara doğru çok hareketli ve sonlara doğru o bir insanın yaşanmışlıklarını hissediyorum bu parçada . herşey için teşekkürler .

    YanıtlaSil