27 Temmuz 2012 Cuma

bayan gülücük?

ölüm cennete gidebileceğimiz tek yol, bayan gülücük..
ve kaybettiğimiz her şeyin anısına
kahvaltımızı,
cennette yaptığımız ilk günün sabahında
güneşin doğuşunu izleyeceğiz.
belki cennete otostopla gidebiliriz.
iyi insanlar yola çıkıyor, şansımızı denemeliyiz.

dudaklarınızı kıstığınız her anın sonunda
gülümsemelisiniz.

ağlıyor musunuz? hayır yapmayın.

sevmek için neyi bekliyorsunuz?
ah evet bayan gülücük, siz de çok seviliyorsunuz.

gözlerinizdeki yeşil geleceğiniz..
beni umutlandırıyor.
onca çirkin ve reddedilmiş ve terkedilmiş zamanlarımızda dahi
gözleriniz,
bizi umutlandırıyor..

hikayeciler her yıl bu mevsimde gelirler
ben konuşurum;
iyi bir hikaye de sizin için anlatırlar.
çünkü bunun sizi mutlu edeceğine inanıyorum.

bayan gülücük,
biliyor musunuz?
ben mızıka çalıyorum
ve birlikte yapacağımız kahvaltıda
sizin için bestelediğim
belki biraz hüzünlü
ama sizi anlatan şarkımı çalabilirim.

biliyorum,
hala onun için üzülüyorsunuz.
ruhların kayboluşunu merak ediyorsunuz.
kendinizi toparlamakla meşgulsünüz.
ama biliyor musunuz?
bayan gülücük?
orda mısınız?
..

23 Temmuz 2012 Pazartesi

bir adımlık yürüyüş.

Rüzgar saçlarınızı rahatsız ediyor, bulutların gölgesi serilmiş sokaklara. Caddeler her zaman ki yavaşlığıyla akıyor. ve Arabaların stop lambalarına karışan kırmızı ışıklar gözlerinizi büyülemekte. Kahve dükkanlarından gelen o derin kahve kokusuyla kafein içinize işlerken; umursamaz tavrınızla adımlarınızın işbirliğini farkediyorsunuz. Her şey yolunda mı?



Kalabalık şehir, hiç çekilmiyor. Paltolarına sarılmış sarışın kadınların topuklu ayakkabılarından gelen seslerle birlikte arabaların kornaları kulaklarınızda. Taksilerin en yoğun olduğu caddelerden birisi burası. Sarı renkleriyle kırsaldaki papatyaları özletiyorlar. Yol kenarında bulunan yer altı sularına geçiş ızgaralarıysa; dikkatinizi çekmiyor. Karşıdan karşıya geçmek için yeşil adamı beklerken, yanınızdan geçen giden insana duyduğunuz hayranlık ertesinde kendinize gelip yeşil adamı beklemeye devam ediyorsunuz. Hala yeşil yanmadıysa ki bu gerçekten sinir bozucu bir durum, gözlerinizin emniyetinde adımlarınızı serbest bırakıyorsunuz. Ancak; gözlerinizin yeşilliği sizi aldatmasın, yine de dikkatli olun.

22 Temmuz 2012 Pazar

GECE SAATLERİ

Şu bütün çılgın göğe bakıyorum da 
Hepsi kundaklanmış sokakların
Değnekçilerinden arta kalmış sanki.
Ve yıldızlar bulanık yılların fişek delikanlıları gibi.
Sapı samana katan fırtınaların dopingiyim kem gözler.
Kem beni gözler.


Unutulmuş kahramanların anılarını hatırlıyorum yeni yeni.
Martıların çığlıklarıyla öpüşüyorum
Tadı biraz acı.
En çok ne özlenirmiş bir bir öğreniyorum.
Bilmezdim her annenin aynı koktuğunu.


Şu şiirlere bakıyorumda hepsi birer yazı.
Uhu kokan telaşımın yağlısı ballısı,
Durduk yere atan tepemin 
Iki yumurta kırmalık tası.
Ne ederse kendine,
Laf anlatamaz ki kendi piçine.


Ağlamam kendim düşşem,
Sen beni ne at ne de tutma.
Gözlerini sevemem belki
Ama işlemeli bir deniz boyu silerim.
Kimden adam olmuş ki bu zamanda
Çırak olsun benden.
Kendine ne yaparsan yap
Ama beni ne aldat ne de kandırma.


Sarhoş sarhoş gezmez durur sokaklar.
Bir it koklar uzaktan parçalanmış kedinin tükürüklerini.
Midemizmiydi bulanan paylaşmamak derdimiydi.
Şimdi şu boş şişelere bakıyorum da
Sahipsiz kalmış gibiyim.
Ne ara terke zorladım 
Çiş getiren sıvılarını,
Gurbet olmuş kendi dudaklarım.
Saatler bu kadar kısalmışken nasıl uzuyor gece.
Anne söylesene,
Sen beni doğurduğunda 
Nereye çarptın da
Ben böyle kaldım...

20 Temmuz 2012 Cuma

benki başarısız bir devrim girişiminin ayakta kalan son kalesi (yeni yıkık bir köyde)

   Sizinle şiiri paylaşmadan önce paylaşmak istediğim başka şeyler de var. Çünkü bunu o neyden yapıldığını bilmediğim yola borçluyum.Kısa bir zaman önce hayatımda orda olmaktan mutlu olduğum yerlerden birindeydim: Bademler Köyü... köyün özelliklerini anlatmak istiyorum. Işte ne bileyim nüfus, yer şekilleri, iklim, yüz ölçümü falan. Tamam sadece kötü bi şakadan başkası değildi.Ama yine de köyün birkaç özelliğinden bahsetmek ZORUNDAYIM. Türkiye'nin tiyatrosu olan ilk köyü, en temiz köyü olduğundan ve aynı zamanda en gelişmişi kabul edilen köyü. Zorunluluğumu yerine getirdiğimi düşundüğüm için hemen asıl konuya dönüyorum. YOL... Bahsettiğim şey Yılmaz Güney'in Yol filmenden çok farklı bi yol.Hayatta bazı şeyler vardır öyle basit görünürki umursamazsınız bile. Ve eğer o basit şeylere biraz dikkatli bakarsanız görürsünüz sözcüklerin ve nasnelerin anlamını.
   Hadi hayal edin şimdi. Bir yolun üstündesiniz. Asfalt gibi ama içi çakıl taşları dolu. Bu da yetmezmiş gibibir araba geçtiğinde iyi miktarda kum ve toz kaldırabilir. Sahi neyden yapılmış ki bu yol? Evet ne diyorduk yolun üstündesiniz. Arkanızda bir otoyol ayaklarınızın altında. Yani şarkıda dediği gibi yollara çıkmak yolculuklara bakmak için uygun bir vaziyet hatta aşırı uygun. Ve yolculuk izlemek insanları ve binlerce hayatı izlemek demektir. Her türlü duyguyu asfaltta hissetmek. Önünüzde yol devam ediyor ama tek bir farkla; yol ilerledikçe evler yoğunlaşıyor. Müthiş bir poz çıkıyor aslında önünüze. Önce seyrek sonra sıklaşan evler. Ev demişken sağ tarafınızda havuzlu villalar var. Evet aynen köyde havuzlu lüxs villalar. Eh işte boşuna mı anlattım en temiz en gelişmiş köy diye. Tabiki burjuvazi her güzelliği sömordüğü gibi Bademlere de dadanmış durumda. Yolun sol tarafı ise bildiğimiz köy. Köy evleri ve arkalarında uzanan tepecikler, ovalar, ağaçlar, börtü böcek... yani doğa. En güzeli de şu ki üstünüzde yıldızlardan örülmüş koca bir örgü. Pırıl pırıl gökyüzü. 

   Bizim ev yolun altında kalıyor. Meydana çıkılacağı zaman herkes arabayla giderken ben o yolla çıkıyorum. Çünkü ne hikmettir bilmem ne zaman o yola çıksam yukarda anlattığım karmaşayı müthiş bir duygusal yoğunlukla hissediyorum. İşte bu şiir o yolda mest olmuş yürürken hayatımın en iyi doğaçlamasını çıkardıktan sonra aklımda kalanlardan oluşuyor. Ben Bademler'den bir kere daha ayrıldım aa dostlar, kalanlara selam olsun...

   BENKI BAŞARISIZ BİR DEVRIM GİRİŞİMİNİN HAYATTA KALAN SON KALESİ (YENİ YIKIK BİR KÖYDE)

Benki kurtulamadım uzak yolların yansısından her türlü.
Benki hep takıldı gözüm ilerleyen gerileyen ne varsa.
Bir hareket halini aladursun karacasular,
Fıratlar belki belki dicleler.
Belki bir baraj kurulsun şöyle sel altı bütün hayaller.

Benki her yolculuktan bana kalan tek şeydim.
Belki koca bir elektrik direğinin telleriydim.
Düşmüştüm belki yol kenarı viran.
Belli ki o kenarda açan gül değil
Bir bölük pörçük deve dikeniydim.

Benki hiç gözüm ayırmadım o dağların yansısından.
Benki gece gündüz bilmedim hiç bir şiirde.
Belki yine ağlamak düşecek yine her şehirde.
Ki belki gülerim de belli olmaz ya gıcırdayan bir kapının
Tel örgülü seslerinde.

Benki bir o yolda gelir aklım başıma,
Benki beni bir o yolda severim.
Umursamaz bir düştüm belki
Belki kaydım da düştüm.
İtildim belki
Belki kakıldım.
Ben kere ben ben etmedim bir.

Benki seni özledim.
Sanki seni bekledim.
Upuzun oldum ve bittim en güzel yerimde.
Belki bulduğum hep aynı uygunsuz andı.
Belki açtığım hep aynı uygunsuz kapı.
Biz bi kilidi nerden vursak boş ya.
Benki sakatlanmış koşamayan
Ve bir halta yaramaz
Ve etmez beş kuruş
Ve bir leşden hallice
Ve yalnız en fenası
Ve hırsızdan bile korkan
Ve kendini yalamaktan aciz
Ve öyle
Ve öyle aptal işte
Öylece kalakalmış bir bekçinin yinede fedakar köpeği.

Benki yine o yola düşmüş gölgem,
Belki sen,belki ben,belki biz.
Belki bir gül gibi yol kenarlarında açar,
Belliki biz ancak gümbür gümbür devrilirken elektrik direkleri,
Bir devedikeninin yanında ezilir gideriz...

yazdım işte..

Onca şeyden sonra; geriye dönüp baktığında özlediğimiz şeyler arasında hala canlı duran o güzel konuşmalarımızdan çok uzakta, soğuk gecelerin keskin ve sert sessizliğini yaşıyorum. Yıpranmış ve kırgın kelimesini çok severdin. Bense yıpratmayı.. Hayal ettiklerimizin gerçekleşmeyeceği gerçeğiyle tanışmamızın son gününde birbirimize söylediğimiz, adeta yıllardır söylenmeyi bekleyen o hazin sözler.. Bize ait olan şeyler arasında sakladığımız 8 rakamı da vardı; en çok da onu severdin. 800 yıl derdin. Ama iyi oldu, böylesi daha iyi. Katlanılmaz acıların son bulmasının ardından geçen yıllar nihayetinde geriye dönüp baktığında hissettiğimiz kutsal duyguların günahlarını gizlemek gibi bir şey olsa da; böylesi daha iyi..

 

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Zor aşkların, Basit sonu

Ben zor aşkların çok güzel olduğuna inanırdım. Basit olaylardan sonra his besleyenlere, hep hayır dedim. güldüm geçtim. öyle bir şey olmalı ki benim "hayır" seçeneğim olmasın dedim. ona hayır buna hayır derken bir gün karşıma biri çıktı. arkadaş olduk, kanki (ki tabiri sevmesem de) olduk. sonra olur mu olmaz mı diye sorgularken oldu gibi. oldu gibi diyorum, bir anda oluvermedi. Olmaz diyordum ama olma ihtimalini kafamdan atamıyordum. Sonra olabilir dedim. o kapıyı açtıktan sonra sel gibi bütün duygularımız gönülden gönüle süzüldü. imkansızlıklar zorluklar vardı... En başta ailesi asla beni sevemedi. çünkü onlara göre garip düşüncelerim vardı. neyse bildik sıkıntılardan yaşadık. bu sorunları yaşadıktan sonra, artık ikimizinde büyük fedakarlıklar yapması gerekiyordu. ben kaçtım fedekarlıktan. Onun daha mutlu olacağını düşündüm. 3 ay sonra tekrar görüştük. artık bende fedakarlıkta bulunacaktım. Mutlu olarak 1 ay yaşadık. sonra başkası ile birlikte oldu. Olduktan sonra 2-3 hafta daha konuştuk. onun mutluluğunu istedim. hala isterim ayrı mesele.
Ama çok basit bitmişti. oysa etrafımda herkes o seni çok seviyor diyorlardı. oysa zor bir aşk evresi geçirmiştik. en güzel aşk zor olandır, demiyor muydu haluk levent. Demek günümüzün aşkı bu kadar basit bitebiliyordu? hayır aşk her dönem basit bitebilirdi. Sonuçta aşk da bir duygu değilmiydi. Daha önceleri de aşkın ne olursa olsun bir anda bitebileceğini biliyordum. O zaman başıma gelen olaydan şaşırmamalıydım. evet şaşırmadım. ama asla güzel anılarımı inkar etmedim.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

"bu incecik bir veda havasıdır.."

Sokaktayım.
Bir Necip Fazıl havası esiyor ılık yaz akşamlarında. Kaldırımlar diyorum; kaldırımlar ne de güzel.. ve Güzel bulduğum her şeyde yaptığım gibi, üzerinden geçiyorum kaldırımların. Sokak lambaları aydınlatırken şehrin karanlığını, Cahit Sıtkı geliyor aklıma; "Haydi Abbas! Vakit tamam! Akşam diyordun işte oldu akşam!"
Sessizliğin; kaşık seslerine, televizyon yayınlarına, balkon sohbetlerine ve radyolarda çalan Ahmet Kaya şarkılarına büründüğü yaz akşamları.. "Vakit tamam seni terkediyorum" dediğinde anımsıyorum Cahit'i, "bütün alışkanlıklardan öteye.."
Ay'ın parlaklığıyla aydınlanan sokaklarda, lambalardan kurtulmanın sevincidir bu içimdeki. Giderek darlaşan  arka sokakların daimi sakinleri; penceresine taş düşmüş, yorgun ve silik evler.. Ölümü hatırlatıyor, daha yolu yarılamadan. Açlığı temsil etmenin onuruyla sokaklarda dolaşıyor köpekler. ve giderek artan karanlığın; çalışını izliyorum hayatın renklerini.. ve Hayatın renklerini..
Yokluk üzerine hayal ettiğim dünyamda yaşıyorken ruhum, nice ruhların kayboluşu dolaşıyor sokaklarda. ve Bedenimdeki siyahlık aydınlatıyorken ruhumu, yürüyorum.
"Yolumun karanlığa saplanan noktasında
sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.."

Ah, yaz akşamları.
Beni efkarlandıran, sıradanlaştıran, bir sigara daha yaktıran, düşündüren, özleten, kulak astıran, belki de ağlatan ve bir sigara daha yaktıran, çayımı balkonda içirten, gökyüzünü seyrettiren, Cahit Sıtkı okutturan ve sonra da bir şiir yazdıran.. yaz akşamları..


ve Ahmet Kaya dinliyorum. Dinledikçe yuhalayan, dinledikçe alkışlayan ve dinledikçe uzaklaşan insanlara inat; Ahmet Kaya dinliyorum.
ve Sen.. Kaybolduğum sokaklarda saklanan, Cahit Sıtkıyı öylece korkutan, Necip Fazılı değiştiren ve kafasına sıkıp gitmesinin sebebi; Ahmet Kaya'nın.. Ah, sen..
ve sana inat dinliyorum. ve sana..
Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal..