Onca şeyden sonra; geriye dönüp baktığında özlediğimiz şeyler arasında hala canlı duran o güzel konuşmalarımızdan çok uzakta, soğuk gecelerin keskin ve sert sessizliğini yaşıyorum. Yıpranmış ve kırgın kelimesini çok severdin. Bense yıpratmayı.. Hayal ettiklerimizin gerçekleşmeyeceği gerçeğiyle tanışmamızın son gününde birbirimize söylediğimiz, adeta yıllardır söylenmeyi bekleyen o hazin sözler.. Bize ait olan şeyler arasında sakladığımız 8 rakamı da vardı; en çok da onu severdin. 800 yıl derdin. Ama iyi oldu, böylesi daha iyi. Katlanılmaz acıların son bulmasının ardından geçen yıllar nihayetinde geriye dönüp baktığında hissettiğimiz kutsal duyguların günahlarını gizlemek gibi bir şey olsa da; böylesi daha iyi..
Sahteydi. Evet bazı duygular.. Ağlamandandan hiç hoşlanmadığımı söyledikten hemen sonra anlıyordum aslında; en saf halinle görebildiğimi seni, sen ağlarken. Ama ağlama. Yine de hoş değil.
Ve evet; hayat da bir tiyatro sahnesiydi. Yazdığımız oyunlarımızın benzer kısımlarınıysa beraber oynamıştık. Shakespeare donukluğuyla oynardın sen, intihar edişlerimi silerdin benim rollerimden. Ama hayat; bir daha sahnelenemeyecek bir oyunun gösterisiydi. Belki de yaşamak; Milan Kunderanın “taslak”ıydı bizim için. Çizerken hayatımızı, yanlışlarımızı silemezdik. Ve değiştiremezdik tüm bu olanları.. En nihayetinde karar verdiğimiz ayrılıklarımız; silemediğimiz yanlışlarımızdı..
Uzak denizlerin sahillerinde benden arta kalan hatıralarla karşılaştığında, o hatıralarıma kırgın olduğumu anlamışsındır. Ve şimdilerde hatırladığım 'tamam ama'larınla dertleşiyorum. Kitabımın üzerinde bir tarantula beslerdim, senin en sevdiğim hediyen.. Değiştiremediğimiz yaşanmışlıkların pişmanlığında; 'şansım olsa aynısını yapardım' kararlılığını hediye ediyorum. Akşam güneşinin vedasıyla kırmızıya bürünen denizlerin sahillerinde benden çok uzaktasın. Bulutlarıyla ağlayan şehir seni bekliyor; benden çok uzakta olacaksın..
Umut besleyenlerin canı cehenneme. Hayallerinin birer aldatmaca olduğunu anlayamayacaklarıysa umrumda değil! Bunu o kalın kafalarına bağlıyorum. Kabul edilmeyi bekleyen binlerce duanın arasındaki kabul edilen bir dua onlara ömür boyu yetecektir çünkü. Ve bu hayat denilen cehennemin, cennet olduğunu iddia edecekler.. Kuşların şarkılarındaki kıyamet sözcüklerini taşıyan rüzgarın serinliğiyle övünecekler. Birbirilerine söyleyecekleri seçilmiş kelimelerin güzelliğini methedecekler. Gökyüzüne yükselen çığlıkların birer adak olduğunu iddia edecekler ve evet; çığlık atmaya devam edecekler.. Kendilerinden önceki nesillerin hatalarıyla beslenip, kendilerinden sonraki nesillere kusacaklar. Bahsettikleri onca “güzelliğin” arasında, aslında hiç yaşayamadıklarını bilemeyecekler..
Özlediğim.. Keşke burada olsaydın..
Onca şeyden sonra.. Tekrar geriye dönüp baktığında, özlediğimiz şeyler arasında hala canlı duran o güzel konuşmalarımızdan çok uzakta, soğuk gecelerin keskin ve sert sessizliğini anlatıyorum. Ve sessizliğin geri dönülmez girdabından kurtulabildiğim zamanlarımda, konuşuyorum seninle, sessizliğimi. Ve sesimi duyurabilmek adına tüm gücümü sarfettiğim o kelimeler.. O elim, o çaresiz, o geri dönüşü olmayan ve o bedbaht, mağrur, huysuz ve huzursuz, o kelimeler.. Dökülüyor dudaklarımdan: “Vazgeçmek için erken, sevmek için çok geç..”
Ve evet; hayat da bir tiyatro sahnesiydi. Yazdığımız oyunlarımızın benzer kısımlarınıysa beraber oynamıştık. Shakespeare donukluğuyla oynardın sen, intihar edişlerimi silerdin benim rollerimden. Ama hayat; bir daha sahnelenemeyecek bir oyunun gösterisiydi. Belki de yaşamak; Milan Kunderanın “taslak”ıydı bizim için. Çizerken hayatımızı, yanlışlarımızı silemezdik. Ve değiştiremezdik tüm bu olanları.. En nihayetinde karar verdiğimiz ayrılıklarımız; silemediğimiz yanlışlarımızdı..
Uzak denizlerin sahillerinde benden arta kalan hatıralarla karşılaştığında, o hatıralarıma kırgın olduğumu anlamışsındır. Ve şimdilerde hatırladığım 'tamam ama'larınla dertleşiyorum. Kitabımın üzerinde bir tarantula beslerdim, senin en sevdiğim hediyen.. Değiştiremediğimiz yaşanmışlıkların pişmanlığında; 'şansım olsa aynısını yapardım' kararlılığını hediye ediyorum. Akşam güneşinin vedasıyla kırmızıya bürünen denizlerin sahillerinde benden çok uzaktasın. Bulutlarıyla ağlayan şehir seni bekliyor; benden çok uzakta olacaksın..
Umut besleyenlerin canı cehenneme. Hayallerinin birer aldatmaca olduğunu anlayamayacaklarıysa umrumda değil! Bunu o kalın kafalarına bağlıyorum. Kabul edilmeyi bekleyen binlerce duanın arasındaki kabul edilen bir dua onlara ömür boyu yetecektir çünkü. Ve bu hayat denilen cehennemin, cennet olduğunu iddia edecekler.. Kuşların şarkılarındaki kıyamet sözcüklerini taşıyan rüzgarın serinliğiyle övünecekler. Birbirilerine söyleyecekleri seçilmiş kelimelerin güzelliğini methedecekler. Gökyüzüne yükselen çığlıkların birer adak olduğunu iddia edecekler ve evet; çığlık atmaya devam edecekler.. Kendilerinden önceki nesillerin hatalarıyla beslenip, kendilerinden sonraki nesillere kusacaklar. Bahsettikleri onca “güzelliğin” arasında, aslında hiç yaşayamadıklarını bilemeyecekler..
Özlediğim.. Keşke burada olsaydın..
Onca şeyden sonra.. Tekrar geriye dönüp baktığında, özlediğimiz şeyler arasında hala canlı duran o güzel konuşmalarımızdan çok uzakta, soğuk gecelerin keskin ve sert sessizliğini anlatıyorum. Ve sessizliğin geri dönülmez girdabından kurtulabildiğim zamanlarımda, konuşuyorum seninle, sessizliğimi. Ve sesimi duyurabilmek adına tüm gücümü sarfettiğim o kelimeler.. O elim, o çaresiz, o geri dönüşü olmayan ve o bedbaht, mağrur, huysuz ve huzursuz, o kelimeler.. Dökülüyor dudaklarımdan: “Vazgeçmek için erken, sevmek için çok geç..”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder