25 Nisan 2012 Çarşamba

Sigaramın Kırmızısı

Sessiz bulutların bulunduğu karanlık gökyüzünü seyrediyorsun. Ağzında sigara, daha yakmadın. Oturduğun kaldırımda bira şişeleri var, bir gece öncesinden kalma. Aklından çok şey geçiyor. Mesela; o gün beyaz dolmuşa bindiğinde gördüğün adamın rahatsız edici yüzü. Yüzündeki çizgiler sanki olmak istediğin bir şehrin haritası. Ama ürkütücü olan yanını farkediyorsun. O an; inmek istiyorsun ama yapma. Bir şey kazandırmaz.



İki sokak aşağıda geç saatte seans bileti almış gencin evine dönerken karşılaştığı köpeklerin havlamaları arada bir sessizliği bozuyor. Sense buna aldırış etmiyorsun. Tıpkı güzel giden bir şeyde ters giden ufak şeyleri gözardı etmek gibi. Seni anlayabiliyorum gibiyim. Ama sen öyle düşünmüyorsun. Beni düşünmeyi bırakıp az önce -kendi içinde- bitirdiğin ilişkini düşünüyorsun. En iyisini yaptığına inandırmaya çalışıyorsun kendini. Evet iyi bir şey yaptın ama en iyisini değil. Peki bana kızma, seni anlatmaya devam etmeme izin ver.

Elini ceketinin sol tarafındaki iç cebine götürüyorsun ve Zippo bir çakmak çıkarıyorsun. Sigara hala ağzında. Deri ceketininin üzerinde hafif bir nemlenme var. Zippoyu yakıyorsun ama sigarayı yakmıyorsun. Yaktığın ateşi izliyorsun ve böylece içindeki yangını söndürüyorsun, sanıyorsun. Şimdi sıra sigarana geliyor. Dertlerini yakmaya hazırlıyorsun, tıpkı Tarkan'ın eski slow şarkılarından birindeki gibi anılarını da yakmaya hazırlanıyorsun. Ama hazır değilsin, evet bunun farkındasın ama hızla ve intikam alırcasına yakıyorsun sigaranı. Dumanını ciğerine çekiyorsun öylece ve sessizce. Onu düşünürken bir anda dolmuştaki çirkin suratlı adam aklına geliyor. Arasındaki alakayı kuramıyorsun. Lanet olsun, sana neler oluyor böyle?! Anlayamıyorum.. Sigaranın kırmızısı gözlerine yansıyor. Dumanını üflüyorsun gökyüzüne. Duruluyorsun. Herşeyi baştan düşünme fikrinden vazgeçip düşünmemeye karar veriyorsun. Ama bu imkansız bir şey bunu biliyorsun ve tam o sırada aynı dolmuşta gördüğün; iki çocuğunu kucağına almış anne aklına geliyor. Kız üç yaşında ve hayalinde olmasını istediğin kızına çok benziyor. Erkek ise altı yaşında, tıpkı gençliğinin ilk yıllarındaki evinize gelen misafir çocuklarına benziyor. Sonra tekrar küçük tatlı kızı hatırlıyorsun ve gülümsüyorsun. Onca derdin arasında gülümseyebildiğine şaşıyorsun ve kafanı sağ tarafına çeviriyorsun. Apartmanın penceresine yansıyan Ay'ı arıyorsun bir süreliğine gökyüzünde. Yerinden kalkıp yer değişitiriyorsun ve Ay'ı görebileceğin bir yere oturuyorsun. Sigaran tam da o sırada bitiyor ve izmaritini hemen yanına dik bir şekilde koyuyorsun. Biraz bekliyorsun.

Sakinleştin gibi, yanılmıyorum evet sakinleştin. Saatine bakıyorsun, 3:30 hayır yanlış bakmışsın 2:30. Sonra her defasında şu saati değiştirmen gerektiği aklına geliyor ama sonra dürüst bir tartışmacı gibi hatayı kendine yüklüyorsun. Aklına geliyor bugün hiç içmedin. Bir anda tekrar öfkeleniyorsun ve "İçirtmedinki orospu karı!" diye bağırıyorsun. Nefes alışlarını yavaşlatmaya çalışıyorsun, ağzından taşan tükürükleri temizliyorsun ve bağırmak yakışmadı diyorsun. Evet bence de yakışmadı. Cebinde bir şeyler şıngırdıyor ve elini yan cebine atıyorsun. Yine aynı dolmuştan kalan bozuk paralar. Biraz ritim tutturmayı denesende beceremiyorsun ve o sırada bozuk paraları değerine göre ayrı bölmelere atan dolmuşçunun ritmi aklına geliyor. Adamı kutluyorsun ve dikiz aynasından gördüğün yüzünü anımsıyorsun. Sakallı, kocaman kafalı, esmer, orta yaşlı ve birazda anadolu yakışıklısı olan bu adama abi demek seni rahatsız etmiyor, sanki yıllardır tanışırmışçasına bakıyorsun. Tam o sırada dikiz aynasında bir başka insan beliriyor. Kulaklıklarını takmış, spor giyinmiş ve sakız çiğneye yarı kel ellisinde adamı. İlginç buluyorsun ve yavaşça kafanı ona çeviriyorsun, gülümsüyorsun.

Gülümsememen gerektiğini hatırladığında, kimse gördümü alışkanlığıyla kendine çeki düzen veriyorsun. ve Havanın karanlıklığı ve sokakta kimsenin olmaması seni rahatlatıyor. Belki biraz daha kalmak istiyorsun ama kalkıyorsun. İlk adımını atarken ayak kaslarının krampa hazırlandığını farkediyorsun ve hemen yavaşlıyorsun. Yaşlandığın gerçeğini kabul etmeye hazırlıyorsun kendini. Belki de bir sonraki akşamın konusu olduğunu biliyorsun ya da hiç bir zaman olamayacağını da. Biraz duruyorsun, gökyüzüne bakıyorsun tekrar, sessiz ve karanlık bulutlar hala oradalar; üstelik sayıları artmış. Anlam veremiyorsun, Ay ise karanlık bulutların esiri olmuş. Gözlerinde parıltısı olacak kadar ışık saçabiliyor ancak ve bu ayrılığı kısa tutup başını öne eğiyorsun. Sokak lambasının ışık gücü artıyor gibi hissediyorsun tam o sırada arkanı dönüp çakmağını kaldırımda unuttuğunu farkediyorsun. Hızlı bir haraket denediğin için kramp giriyor. Üç-beş adım daha atıyorsun dertlerini yakışını izlerken içindeki yangını söndürttüğün çakmağına doğru.

Tam o sırada bir fren sesi duyuyorum. Ardında çarpma, ve kapı sesi, ve ayak sesleri ve sessizlik ve tekrar kapı sesi ve uzaklaşan beyaz dolmuşun sesini duyuyorum. İçimi acıtan bir ses bu ve ardından siren sesi. Mavi-Kırmızı ışıklar vuruyor Ay'ın ışığını izlediğim apartmanın penceresine. Çakmak orada ve sigaramın kırmızısı da. Siren sesleri yaklaşıyor ve ben uzaklaşıyorum bütün yapmacık ışıklardan. Gözlerimdeki sigaramın kırmızısı sönüyor ve karanlığı seyrediyorum..


3 yorum:

  1. bende sizin tarzınıza yakın birşeyler yazıyorum. konular falan benziyor aslında. ilgilenmek yada okumak isterseniz verebilirim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. tabii okumak isterim. Nereden okuyabilirim?

      Sil
    2. olmusinsanlik.wordpress.com

      yazılarınız gerçekten içten yazılmış. belli oluyor.

      Sil