26 Ağustos 2012 Pazar

Yeni Hayat

Hatıralarımız... Yeterince eski değiller ve ne zaman onları hatırlamak istesek, içimizdeki karanlık odada, hatıralarımız; yeterince yeni değiller... Yaşanmışlıklarımızdan bahset bize Metin, yaşayamadıklarımızdan değil!

Armağan ettiğimiz hislerimizin karşılık bulmadığını biliyoruz. Bir çok defa bulmadığını ise; yaşıyoruz. Biriktirdiğimiz dostlardan bahsediyor şarkıda ve bir türkü; bahset diyor bize aşklardan. Kaybettiklerimiz ve bunu yapmamalıydım diyor küçük bir kız, her şeyin farkında. Farkında değiliz; neler yaşadığımızın, neden yaşadığımızın, kiminle yaşadığımızın ve yaşadığımızın farkında değiliz. Geçmişe örülmüş pişmanlıklardan sızan bir kaç parça güzel hatıra... Metin, sen anlarsın, bilirsin Metin, yaşamadan bilinmez...

Yeni Hayat... Uzunca yazılmış bir paragrafın başlangıcı gibi, okumaya korkak ve sinsi... Her şeyin düzeleceğini söyleyen gözler ışığında, gözbebeklerinin karanlığı boğuyor Metin. Artık yaşanmaz ve artık ölünmez. Her şey yerli yerinde kalır, sen gidersin, Metin... Hem bakma bana öyle, konuşacak kimsem kalmadı, sen de bakma öyle!

Akıttığımız gözyaşlarının ardında saklanan kırmızılığı hissediyorum gökyüzünde. Kelebeklerse artık uçmuyor. Balonlar siyah renkte satılıyor ve çocuklar kararıyor. Veresiye yazmıyor Bakkal Ekrem, radyolarda Zeki Müren çalmıyor. Eskisi gibi değil hiçbir şey ve herşey yeni. Yani Metin koskoca, yaşanmışlıklarla dolu, koskoca bir hayat bitiyor... Yani Metin, koskoca bir hayat bitiyor...

"Tarlada çalışırken, uzun süren yaz günlerinin sıcağında, geleceğinden habersiz ekinlerin biçimiyle uğraşırdık. Su yoktu, hava sıcaktı ve uzaktaydık evden. Tarladaydık abi, tarladaydık... Öğlen vakti getirdiğimiz yemeğimizi yaşlı ağacın gölgesinde yerdik, eğlenirdik abi, sıcaktı ama eğlenirdik. Uzun süren yaz günlerinin sıcağında, tarladaydık abi... Abi! Tarladayız... ve Abi! Eve döndüğümüz de yarın tarlayı sulamak için tekrark geleceğiz ve sonraki gün tekrar... Sararmış, kurumuş yaprakların nasıl da yeşerdiğini göreceğiz. Su mavi akacak abi, her şey güzel olacak! Sen dememiş miydin; yeniden başlamak, başarmaktır. Kalk ve yüzünü yıka, aynaya baktığında, mavi akan suların bıraktığı damlacıkların tekrar suya düşüşünü seyret, süzülüşünü... Gökyüzüne çevir yüzünü, maviye boyanmış gökyüzünü düşür siyah gözlerine. Abi... Başlangıçlara dikkat ettiğimiz zaman anlamaz mıyız her şeyi? Sır orada saklı değil midir? Hem onca yeniliği bize sunan hayat'a; bir yenilikte biz armağan etmemiz gerekmez mi? Anamız böyle öğretmemiş miydi abi? Yeni bir hayata başlamak, başlangıçlarda gizlidir, sen öyle dememiş miydin, abi..."


*Büyük sanatçı Barış Manço'nun şarkısına çok sevdiğim Hayko Cepkin tarafından getirilen beğendiğim bir yorum...

17 Ağustos 2012 Cuma

okuması zor, bi'daha böyle yazma..

Yerine koyduğumuz şeylerin, aslında onların yeri olmadığını anladığımız zaman, zorbalığımızı farkedip sessizliğe gömüleceğiz. Firavunun gölgesine sığınan bir Tanrıya edilen yeminlerin, geri dönütsüzlüğünü hissediyor musunuz? Tanrınızı doğru seçin. ve Eksik bıraktığı boş yerin eski sahibini düşleriz. Yeni Tanrımız sizce de adaletli mi?

...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

'sen de benim gibisin'

Bugünlerde herkes; 'sen de benim gibisin' demeye başladı. Acaba ben kendimi yaşamıyor muyum diye telaşlandım. Sen de kimsin? Senin gibiymişim, peh!

Bu konuyu konuşmak için, edebiyat yapmak istemiyorum, felsefe de işlemez. Bunu kendi yolumla dile getireceğim-Tabi her zaman ki gibi yazarken dinlediğim müziklerin de etkisini hissettirerek.

Sevmediğim şeylere daha çok ilgi duyuyorum, yani ne bilim, ilgi çekiyorlar işte. 'Acaba ben bunu neden sevemedim ki lan?' durumu ortaya çıkıyor. e tabi biraz da zeytinin etkisi var bu işte. Tatsız tutsuz gelen zeytinden, şimdilerde her sabah 12 tane yiyorum. Neyse, dediğim gibi, sevmediğim şeyler daha çok ilgimi çekiyor.

-Ah işte aynı ben, oğlum bende böyle hissediyorum.-

Bob Dylan severim ben, tamam biliyorum sen de seviyorsun. Bob Dylan'ı sahiplenemem ya? Jjimi Hendrix var yeni tanıştım, birazdan burda şarkısını da paylaşırım. Yaşar Kurt'sa; Türkiye'de ünlü olmayı haketmeyecek derecede büyük biri. Ya işte bu aralar müzik zevkim böyle.

Bir yazımda bahsetmiştim, filmlerdeki artistlerin isimlerini ezberlerdim. Bakmayın öyle, o da yapmıştı. -Dostum, ne yalan söyliyeyim, bende yaptım.- Sonra beatles'ı öğrendim, evet lisede. e bizim evde daha çok madonna-tarkan arası şarkıcılar duyulurdu. bir de muhafazakar bir aile olduğu için ilahiler. ve Evet en yakın dostumla; 'kültür kasmak' diye bir tabir geliştirmiştik. Belki de vardır öyle bir tabir, belki de benim gibilerden birisi bulmuştur daha öncesinde, kim bilir.

 Allah'ın varlığı hakkında bir ispatımın olamayacağını, fakat ona inanmak istediğimi ve bunun beni mutlu ettiğini söylediğimde, karşı taraftakinin yüzünü gülümsetiyordum. Ah evet, tanıdık bir ifade; "sen de benim gibi düşünüyorsun..."

Bazen sadece benim gibisin demesinler diye insanlar, kendim gibi davranmıyorum. Mesela bi kızla tanıştım, a evet biraz tatlı, sadece onu benim gibi hissetmemek istemiştim, farklı olmaya çalıştım, çünkü onun gibi olmamalıydım. eh işte bu yüzden sevgilim yok.

-Kardeşim, benim ki aynı sebebten ötürü değil ama temelde aynı felsefeden dolayı sevgilimiz yok, yani özünde benim gibisin, iyi çocuksun ya.-

Müzik aleti çalamazdım, ama çalmak için can attım ve evet bana en kolay gelen mızıkaya başladım. ve Başladıktan bir kaç ay sonra insanlar; nasıl çalındığını öğrenmek istediler, ve sonrasındaysa mızıka aldılar. Çok değil 7-8 kişi falan. Ama koyuyor insana. -Şanslısın dostum, benim mızıkam yok.-

Hayalimin kadını hakkında konuşurken bir kadınla, söylediğim şeyler onu biraz korkutmuştu, ve biliyor musunuz? en çok burda sevindim, artık insanlar biraz daha kendi gibiydi. ya da ben biraz daha kendimleşmiştim. Bir zamanlar bir kadın vardı evet, ve o kadın benim gibi olduğu için değil, beni kendisine yakın hissettiği için de değil, ya bilmiyorum, niye seviyordu, ama seviyordu.

Kadından sonra işler değişti, herkes kendi olmaya başladı, herkes beni rahat bırakıyordu ardık. Kimse gibi olmak zorunda değildim. Kendimi yaşamanın en zevkli yanı da bu ya, kimseye ait değilsin. Özgürlük mü desek? çok mu eskimiş kalır bu muhabbet? her neyse, bir şekilde kendim olmayı seviyorum ve birileri gibi olmadığımı duymayı başarabildiğim şu günlerde, benim gibi olmayanları merak ediyorum.

-Aynen ben de böyle düşünüyorum, aslında sen de benim gibisin, mesela ben... ... ... ... ... ... ... ...-

ya tamam, tam olarak başaramasam da, çok az duyuyorum artık. yani gerçekten, son haftada söyleyen kimse olmamıştı. Neyse, benim gibi olmayan bir adamla tanışmanızı çok istiyorum, Jimi Hendrix

 

*bu arada beatles'ın ilahi söylediğini düşünsenize, çok komik değil mi :)

9 Ağustos 2012 Perşembe

Şarkı Çevirisi: Leonard Cohen-Last Year's Man

Merhaba arkadaşlar, son yazımı Leonard Cohen - Last Year's Man şarkısı üzerine yazmıştım; anlayabildiğim kadar. Farkettim ki internet üzerinde bunun bir çevirisi yok, ya da bulamadım. Hani hepimizin vardır bir şeyler rica ettiği arkadaşı, ben de ondan rica ettim ve beni kırmadığı için teşekkürlerimi sunuyorum, kardeşim.

------

Şarkı: Last Year's Man

Sanatçı: Leonard Cohen

Çeviri: Yasin Tantunç

------

Yağmur düşüyor üzerine son yıl adamının.
Bu harp masanın üzerinde duran Yahudilerin.
Bu pastel boya onun elinde.
Ve bu planın köşesi berbat olmuş çünkü hâlâ ahşabın üzerinde gölge olan kıvrılmış gövdesi raptiyelenmiş.
Ve gökyüzünün ışığı bir davulun teni gibi,onu asla onarmayacağım.
Ve yağmur düşüyor yılın son adamının işlerinin üzerine.
Bir bayanlar tanıştım.O karanlıkta askerleriyle oynuyordu,Adının Joan’ın Arc’ı olduğunu söyledi bir bir onlara.
Bu ordudaydım. Evet burada kaldım oysa;sana teşekkür etmek istiyorum,Joan’ın Arc’ı,beni iyi tedavi ettiğin için.
Ve düşündüm,bir üniforma giydim,savaş için doğmadım;tüm bu yaralı adamlar senin yamacında uzanıyor,iyi geceler,arkadaşlarım,iyi geceler.

Ben geldim bir düğün sırası,yaşlı ailelerin bulunduğu;
Beytüllahim’in damadı.
Babylon’un gelini.
Muhteşem Babylon çıplaktı,oh orada ayaktaydı,titriyordu benim için.
Ve Beytüllahim kızgın ikimize de,utangaç birinin seks partisinde olduğu gibi.
Ve düştüğünde bir duvak gibi bedenlerimiz beraber that I had to draw aside to see the serpent eat its tail. (İngilizcem yetmedi.)

Bazı kadınlar İsa’yı bekler,bazı kadınlar ise Kabil’i. Benim asmamın üzerine adak taşı. Ve benim hareketlerimi dile getirdim.
Ve her şeyin başladığı yere,beni bulan birini seçeceğim İsa balayı iken.
Ve Kabil sadece adamdı.
Ve biz İncil okuduk,kan ver deriden.
Ve vahşet topladı onun çocuklarını tekrar.

Yağmur düşüyor yılın son adamının üzerine.
Bir saat geçti,
Ve elini hareket ettirmedi.
Ama sadece kelimeleri verirse her şey olacak,
Aşıklar doğacak
Dağlar yere değecek. (Bu üç dize kıyameti anlatıyor.)
Ama gökyüzünün ışığı bir davulun teni gibi,onu asla onarmayacağım.
Ve yağmur düşüyor yılın son adamının işlerinin üzerine.

Çok fazla dini muhabbet geçtiği için içinde yeterince de Hristiyanlıkla ilgili bilgiye sahip olmadığım için böyle çevirebildim. Fazla ağır bir öyküsü var. Tam anlamını tercümanlar bile çeviremez,adamın vermiş olduğu duyguyu anlayamayız. Ne demek istediğini ancak o söyleyebilir. Bu kadar çevirilebilir.

yıldızların kayboluşunu seyretti kız.

Karanlığın, geceyi terkedeceği bir zaman dilimiydi. Bulunduğu yerden şehrin son ışıklarını seyredebiliyordu Cahit. Bir sigara yaktı. Sanki kendi hayatını yaşamaktan sıkılmıştı, ya da yaşayamamaktan... Şehri seyrettiği tepede, arkasında bıraktığı otoyoldan geçen arabaların sesini dinliyordu. Kısık gözleriyle sigarasının kırmızısına bakarak çekiyordu dumanını içine. "Ulan.." dedi Cahit, "Ulan siktiğimin şehrinde konuşacak kimsem kalmamış. Yalnızım lan, yalnızım işte..." küfrediyordu. Deri ceketinden çıkardığı paketinden bir sigara daha çekti. Zippo çakmağını arıyordu, başka bir çakmağı olsa da, zippo'yla yakmalıydı sigarasını.

"Ben de var" dedi çatallı bir ses.
"ha? sen de kimsin?"
"Tuana"
"Ne arıyorsun burada?" dedi Cahit, aslında önemsemiyordu.
"Çakmak aramıyorum."
Güldü Cahit ve paketinden bir sigara uzattı kıza. Kızın çakmağı zippo olmamasına rağmen yaktı sigarasını.
 "Peki, konuşacak neyin var?" dedi kız.
"Anlamı ne?" diye sordu kıza.
"Cennete düşen ilk yağmur damlasıymış, doğrusu cennete inanmıyorum."
"Güzelmiş." duraksadı bir an ve Annesine kızarcasına; "Cahit de ne lan?!"
"Haksız olma, taşımaya devam et." dedi kız, kendisini annesi hissederek.
"Senin?"
"Annem... Öldü."
"Üzüldüm" söylediği kelimenin yetersiz olduğu düşüncesiyle yeni bir kelime arayışına çıkmıştı Cahit.
"Unut gitsin, ben öyle yapıyorum." dedi kız.
"Nasıldınız?"
"İyi"

Durdular ikisi de, bu kadar konuşmak yeterliydi. Tanrıyı bekliyorlardı sigaralarıyla. Söylemek istedikleri şeyleri vardı. Belki de birbirilerine seslice anlatarak Tanrı'nın duymasını sağlayabilirdiler; ama yapmadılar. Cahit bir ara oturdu yolun kenarındaki arabasının yanına. Yaslandı tekerleğine. Kız bira sordu. Cahit arabada dedi. Birasını alıp arabanın üstüne uzandı kız, yıldızları seyrediyordu. Arabasından hafifçe bir müzik seçti Cahit; "Leonard Cohen - Last Year's Man" dedi kıza. "Güzel" dedi gözlerini kapatarak. Her şeyin, tanımadığın biriyle konuşulması gereken bir andı bu an. Ama yapmadılar, Tanrı'yı beklediler sadece...

"Her şey yolunda mı?" kız ağlıyordu.
"Annem..." dedikten sonra hıçkırıklar da katıldı ağlamasına.
'Üzgünüm' demekten daha iyi bir kelime bulmalıydı bu sefer Cahit;
"Üzülme" dedi. Güldü kız;
"En iyisi bu muydu?"
"Hey, bak... Ben de bir şeylere üzülüyorum, ve lanet olası üzülme hissinden nefret ediyorum, ne yapabilirimki, ne yap diyebilirimki..." dedi Cahit arkasına bakmadan. Şehri izlemeye devam ediyordu, kızsa gökyüzünü...
"Anlat" dedi kız burnunu çekerek.
"Şarkı" dedi Cahit. "Şarkı her şeyi anlatıyor."

Şarkıyı dinlediler, bir bira daha içtiler ve bir bira daha... Sonra sigara ve bir bira daha... Şarkıyı tekrar dinlediler, şarkıyı birlikte söylediler. Güneş ilk ışıklarını serptiğinde gökyüzüne, yıldızların kayboluşunu seyretti kız.

"Arabanı ne kadar seviyorsun?"
"Banyo sabunu kadar."
"Peki ya hayatını?"

Bindiler arabaya. Son biralarını yudumladılar. Kız şöfor koltuğunda, döndü ve son kezmişçesine öpüştüler. Arabanın hızını artırdıkça dahada öpüştüler, sanki öpüşmek yapılması gereken son şeydi. Hızlandılar. Fütursuzca sürdükleri arabayı, şehrin en yüksek tepesinden uçururlarken, adeta oturdukları yerden kalkıp sevişmeye başladılar. Son sevişmelerinin hayal ettiklerinden daha heyecan verici olması gerçeğiyle tanıştıkları için, gülümsediler.

...

İnsanlar güne siren sesleriyle uyandılar. Bir telaş vardı ve bir de enkaz... Tanrıyı beklemiştiler. O'na neden gelmediğini soracak kadar üzgündüler. Polisler ve ambulans olay yerine geldiğindeyse; mavi-kırmızı ışıklar eşliğinde çalıyordu şarkıları, hayatlarının enkazı olan arabadan...


8 Ağustos 2012 Çarşamba

Serzeniş

Şimdi neden yaşıyorum diye soruyorum kendime.
Bir sandalyenin yanmış kumaşı kadar kararmışken umutlarım.

-------------------------------------------------------------

Seslenmek güzeldir duyan sadece sizseniz.
Susmak güzeldir sokak da ki çocukların çığlıkları duyuluyorsa.

-------------------------------------------------------------

Rüyalarda gezmek ne kadar bilinçsiz bir özgürlük ise,
Yaşadığın zamanda kabuğunda kalmak da o kadar bilinçsiz bir özgürlüktür.

-------------------------------------------------------------

Neden susuyorsun sözlerin mi tükendi? Yoksa sesin mi kısıldı ?
Neden susuyorsun yoksa susturuyorlar mı ? Başına silah mı dayadılar ?
Eline takılan kelepçeyi diline mi taktılar ?
Neden susuyorsun toplum mu susturuyor ? Yoksa Ailen mi ? Yoksa Arkadaşların mı ?
Bilmem ki belkide sevgilin susturuyordur?
Boşversene kandırma kendini susmanın sebebi korkmandır aslında demi ?
Peki ama neden korkuyorsun be arkadaş söylesene ?
Kendinden korktuğunu itiraf edemiyecek kadar korkak olduğunu mu .!!!!

7 Ağustos 2012 Salı

BARDAĞIN AĞIZLANMAMIŞ UCU KADAR YALNIZ


(savunma: Bu dünyada babana bile güvenmeyeceksin. Beni tam 18 yıl ''küfür çok kötü bir şeydir'' diyerek kandırdı. Can Baba'dan önce küfür etsek ağzımıza biber sürerlerdi, şimdi ise çiçekler açıyor her küfürde dişlerimiz arasından.)


Bardağın ağızlanmamış ucu kadar yalnızım.
Ayakkabıya yapışmış bir sakızın
Asfaltta kalmış yavşamışlığı kadar.
Belki bugün ölürüm belki yarın.
Uçan kaçan bir sayılır nasıl olsa
Bu hale vela kuvvet bu memleket.
Şarkı diye bişey olmasa mesela.
Canım mesela yani.
O zaman ölebilirdim rahatından ve yalnızlıktan.

Eski Bir Radyo


Bir son bahar günü terk ettim geçmişimi,
Düşüncelerimi süsleyen hatıralarla birlikte.
Bekliyorum, senden ve sensizlikten uzaklarda,
Belki son nefesimde yanımda Olursun Diye.
Eski bir radyo da çalıyor şarkımız.
Büyülü namelerle gözümde canlanıyorsun.
Eşşiz güzelliğinle dans ettiğimiz günler aklımda.
Elini ilk kez tuttuğum şarkı nakaratında arıyorum seni.
Bir son bahar daha sonlanıyor düşüncelerimle birlikte.
Radyodaki seni arıyorum seni hatırlatan o nameleri.
Belki tekrar canlanırsın gözlerimde diye.



6 Ağustos 2012 Pazartesi

Zaman Gibi


İntihar etmeliyim şarkından dedi bir dost. Kapatmam gerekli tüm kapıları, yoruldu bu yürek sevemedim cehennemi diyor karşı komşumuzun yarı felçli çocuğu. Bir prenses koşuyor Ankara asfaltının trafiğinde; yaya geçidine ve arkasından küfür eden onlarca Anadolu şoförüne inat. Bir şeylerden kaçıyor sanki, uzaklaşmak istiyor tüm bu yarı fazlı değer ve sevgi yargılarından. Hiçbir duyguyu yaşamak istemiyor. Duygu mu? Kalp zan altında. Ve bel altında aşk, bir çok genç için. Bir yazar için konu bütünlüğünde ve okuyucunun hazzında. Bir müdür yardımcısının bakışıyla tüm öğrencileri susturmasında. Yalnızlığı düşleyen bir adamın çevresindeki her bir arkadaşının uzaklaştığını izlemesi gibi. Doğumhanede karısının elini tutan adamın, çocuğun dünyaya gelmesiyle annenin hayata gözlerini yumması gibi. Elde edildi istenilen ve kaybedildi sevilen. Uçan balonu elinden kaydı bir çocuğun. Ağlamaya başladı, annesinin özel güçlerinin olduğuna inandı; onu geri getirebilecek. Üzgünüm ben çocuklardan nefret ederim. Ne zaman ağlayan bir çocuk görsem uzaklaşırım. Hiçbir zaman ağlayışını durduramadım bir insanın. Şebeklik yapıp güldüremedim en yakın dostum omzumda ağlarken. Efkarlı insanlar gözüme daha bir çekici geliyor son zamanlarda. Sigaraya mı başlasam? Hastane duvarlarına, tebeşirini kalan günlerini hesaplamak için kullanan mahkumlar görüyorum ben. Evet bir, iki, üç adım ileri ve bir adım geri. Üniversiteye yeni giriş yapan öğrencilerin kayıt olduğu salsa kursuyum ben, merhaba ehliyetini almak için 18’inin dolmasını bekleyen kardeşim.

5 Ağustos 2012 Pazar

gökyüzü ve kız


güzel bir kız, gökyüzü elbisesini giymiş bu sabah.

yorucu geçen yaşanmışlıklarımız,
yalnız olduğumuzu şimdi anlıyoruz.
ihtiyar.
ve ağlak.

küçük bulutlar,
özgürlüğü hatırlatıyor.

anlamsız.
telefondasın,
sesin kısık geliyor,
ağlıyor musun?
yağmur yağıyor.
ağlıyor musun?

yağmur taneleri,
sayabilir misin?
ve vazgeçilmişlik,
iyi gider.

oysa sen,
sen ne kadar güzel olduğunun farkında değilsin.
hayır güzel.
değilsin.

ellerin...
mavi kız,
ellerin kayboluyor.

güzel bir gökyüzü, bir kız suretinde gülümsüyor.

...

ruhunu yitirmiş bir gülücük.
bu şekilde ne kadar yaşayabilirsin.

aslında her şey komikti.
biz anlamadık.



4 Ağustos 2012 Cumartesi

Bir Fısıldamadır Gerçeğin Ardındakiler;

Unutulan herşey, Aslında unutulmayı bekleyen bir gerçekliktir.


(Dikkat! Bu sözler yüksek dozda felsefi ve edebî incelikler içerir. Bu sözleri anlamak için ön yargılarınızı ve Mantığınızı bir köşeye bırakınız)

SEYİR HALİ DURAĞI (VE USTAMDAN BİR ÇİFT İZİN)

Evvela,
Evvelası yok bunun.
Bedeni delip geçişi var sade.
Kasılıp kalışı.
Çepersizlik tankın topun karşısında.
Ölüp kalmak var ya hani,
Bir köşede öyle.
Duvar dibi direk önü dipsiz uçurum kuyularında.
Gülle atsan gık çıkmaz.
Kimi sevdiye gitmişinden.
Öyledir de benim canım öyledir.

Öyleceyim şimdi.
Seyir hali durağında
Pek de kalabalık şehirlerin
Yalnız sokaklarında.
Ki bu şehirde sokaklarda kalırsın en yalnız.

Göğe Bakma Ironisi (Turgut Uyar anısına)

Bugün günlerden Turgut Uyar. Bu hafta haftalardan Turgut Uyar. Ve bu ay aylardan ağustos ve ağustoslar Turgut Uyar. Bilmiyorum size uyar mı ama şiir yazılan her güne Turgut Uyar.

Keşke yazımı Turgut Uyar'ın müthiş dehasını ve şiirimize kattıklarını anlatarak devam ettirebilseydim ama heyhat, tarzım değil. 

Öncelikle belirtmek istiyorum ki, eğer Turgut Uyar'ın "Göğe Bakma Durağı"nı okumadıysanız lütfen bu blok yazısını olduğu yerde, okumamak suretiyle bırakınız. Ya da bırakmak suretiyle okumayınız. Seçim hakkı veriyorum. Haa eğer Turgut Uyar adını hiç duymadıysanız en kibar haliyle defolun. 

Ağustos böcüğü ile karınca hikayesini duymayan olma ihtimali bulunmadığı için bu konuda bir açıklama yapmayacağım. Amma lakin ve lakin sayın okurlar, bizler bu hikayeyi fazlasıyla yanlış biliyoruz. Bize yıllarca hep mazlum ağustos böcüğünü kötülediler. Halbuki o garibanın bir suçu yoktu. Olay en özet haliyle şu minval üzerinedir ki; karıncalar yazın sıcağında çalışıp para kazanmaktadır. Ağustos böcüğü ise karıncaların yaşamlarını, çalışmalarını anlatan şiirler yazıp gitarıyla şarkılar bestelemektedir. Yani karıncalar halk, ağustos böcüğü de halkı anlatan bir sanatçıdır. Ama gelin görün ki biz hikayeye biraz farklı açıdan baksakta sonuç hep aynıdır. Sanatçı zora düşünce bütün yaz uğruna şiir ve şarkı yazdığı halkından yardım ister ve o kaçınılmaz son gelir. Halk sanatçısını unutur, emeğini hiçe sayar vee hoopp bir tekme... 

3 Ağustos 2012 Cuma

Özgürlük


Yıllardır özgürlüğü aradık durduk herkesden uzak ve yalnızlıklar içinde.
Ama hiç bir zaman bilemedik asıl özgürlüğün başkalarına bağlanmakta olduğunu.
Küçük bir çocuktuk özgürüz dediğimizde, Ama bilemedik aslında bağlı olduğumuz bir anne ve babamız vardı.
Okulla tanıştık ve özgürlüğümüz budur dediğimizde Bilemedik aslında özgürlüğümüzün tenefüs zilinin o kısacık 10 dk'sı kadar sınırlı olduğunu.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Bir Fısıldamadır Gerçeğin Ardındakiler Serisi

"Ölüm; Hayalleri Yok Eden Karanlığın, Aydınlık Yüzü."

(Dikkat! Bu sözler yüksek dozda felsefi ve edebî incelikler içerir. Bu sözleri anlamak için ön yargılarınızı ve Mantığınızı bir köşeye bırakınız)