9 Ağustos 2012 Perşembe

yıldızların kayboluşunu seyretti kız.

Karanlığın, geceyi terkedeceği bir zaman dilimiydi. Bulunduğu yerden şehrin son ışıklarını seyredebiliyordu Cahit. Bir sigara yaktı. Sanki kendi hayatını yaşamaktan sıkılmıştı, ya da yaşayamamaktan... Şehri seyrettiği tepede, arkasında bıraktığı otoyoldan geçen arabaların sesini dinliyordu. Kısık gözleriyle sigarasının kırmızısına bakarak çekiyordu dumanını içine. "Ulan.." dedi Cahit, "Ulan siktiğimin şehrinde konuşacak kimsem kalmamış. Yalnızım lan, yalnızım işte..." küfrediyordu. Deri ceketinden çıkardığı paketinden bir sigara daha çekti. Zippo çakmağını arıyordu, başka bir çakmağı olsa da, zippo'yla yakmalıydı sigarasını.

"Ben de var" dedi çatallı bir ses.
"ha? sen de kimsin?"
"Tuana"
"Ne arıyorsun burada?" dedi Cahit, aslında önemsemiyordu.
"Çakmak aramıyorum."
Güldü Cahit ve paketinden bir sigara uzattı kıza. Kızın çakmağı zippo olmamasına rağmen yaktı sigarasını.
 "Peki, konuşacak neyin var?" dedi kız.
"Anlamı ne?" diye sordu kıza.
"Cennete düşen ilk yağmur damlasıymış, doğrusu cennete inanmıyorum."
"Güzelmiş." duraksadı bir an ve Annesine kızarcasına; "Cahit de ne lan?!"
"Haksız olma, taşımaya devam et." dedi kız, kendisini annesi hissederek.
"Senin?"
"Annem... Öldü."
"Üzüldüm" söylediği kelimenin yetersiz olduğu düşüncesiyle yeni bir kelime arayışına çıkmıştı Cahit.
"Unut gitsin, ben öyle yapıyorum." dedi kız.
"Nasıldınız?"
"İyi"

Durdular ikisi de, bu kadar konuşmak yeterliydi. Tanrıyı bekliyorlardı sigaralarıyla. Söylemek istedikleri şeyleri vardı. Belki de birbirilerine seslice anlatarak Tanrı'nın duymasını sağlayabilirdiler; ama yapmadılar. Cahit bir ara oturdu yolun kenarındaki arabasının yanına. Yaslandı tekerleğine. Kız bira sordu. Cahit arabada dedi. Birasını alıp arabanın üstüne uzandı kız, yıldızları seyrediyordu. Arabasından hafifçe bir müzik seçti Cahit; "Leonard Cohen - Last Year's Man" dedi kıza. "Güzel" dedi gözlerini kapatarak. Her şeyin, tanımadığın biriyle konuşulması gereken bir andı bu an. Ama yapmadılar, Tanrı'yı beklediler sadece...

"Her şey yolunda mı?" kız ağlıyordu.
"Annem..." dedikten sonra hıçkırıklar da katıldı ağlamasına.
'Üzgünüm' demekten daha iyi bir kelime bulmalıydı bu sefer Cahit;
"Üzülme" dedi. Güldü kız;
"En iyisi bu muydu?"
"Hey, bak... Ben de bir şeylere üzülüyorum, ve lanet olası üzülme hissinden nefret ediyorum, ne yapabilirimki, ne yap diyebilirimki..." dedi Cahit arkasına bakmadan. Şehri izlemeye devam ediyordu, kızsa gökyüzünü...
"Anlat" dedi kız burnunu çekerek.
"Şarkı" dedi Cahit. "Şarkı her şeyi anlatıyor."

Şarkıyı dinlediler, bir bira daha içtiler ve bir bira daha... Sonra sigara ve bir bira daha... Şarkıyı tekrar dinlediler, şarkıyı birlikte söylediler. Güneş ilk ışıklarını serptiğinde gökyüzüne, yıldızların kayboluşunu seyretti kız.

"Arabanı ne kadar seviyorsun?"
"Banyo sabunu kadar."
"Peki ya hayatını?"

Bindiler arabaya. Son biralarını yudumladılar. Kız şöfor koltuğunda, döndü ve son kezmişçesine öpüştüler. Arabanın hızını artırdıkça dahada öpüştüler, sanki öpüşmek yapılması gereken son şeydi. Hızlandılar. Fütursuzca sürdükleri arabayı, şehrin en yüksek tepesinden uçururlarken, adeta oturdukları yerden kalkıp sevişmeye başladılar. Son sevişmelerinin hayal ettiklerinden daha heyecan verici olması gerçeğiyle tanıştıkları için, gülümsediler.

...

İnsanlar güne siren sesleriyle uyandılar. Bir telaş vardı ve bir de enkaz... Tanrıyı beklemiştiler. O'na neden gelmediğini soracak kadar üzgündüler. Polisler ve ambulans olay yerine geldiğindeyse; mavi-kırmızı ışıklar eşliğinde çalıyordu şarkıları, hayatlarının enkazı olan arabadan...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder