21 Kasım 2012 Çarşamba

Yokluğa Düşen Damla

Bu gece bir kez daha baktım solan yıldızlara,
Bir kez daha baktım gözlerindeki o yok olmuşluğa.

Kader! Kader dedim kederlerde kadehlerin dibini gördüm,
Her biten damla da, dolmadan yanmayı bildim.

İçmeden sarhoş olmayı anladım, anlamadan ayılmayı da.
Seni görmeden sevmesini anladım, sevmeden senin olmayı da.


17 Kasım 2012 Cumartesi

Geç Kalınmış Bir Yazı

Biraz bekle.

Karanlığın iç çekişlerine karışan iç çekişlerimin, sigarayla olan muhabbeti sırasında gördüm seni. Çok güzeldin. Bir kadının güzelliğini sakladıkça gece, o kadının güzelliğinin ululaştığını anladığım an, sana bakmamaya karar vermiştim. Hiçbir şey olmamışlığın yanı sıra, her şey olmuştu. ve Her şey oradaydı. Çıktım gittim.

Bir şeyler yazmanın tam da sırasıydı. Geç kalınmışlığı ve yazacağım yazının bu başlıkta olacağın o ara düşünmüştüm. Beklediğim gibi, gece, karanlık ve ay... Bir yazarın ihtiyacı olan bazı şeylerden biriydi bunlar, yazmaya ihtiyaç duyduğu tek şey kalem değildir elbet. Bir dost, bir bardak çay. Üzerine konuştuk. Anladım ki üzerine ne konuşursam konuşayım, üzerimdeki o berbat sis dağılmayacaktı.

Adımlarımın sesini kulaklarımda işittiğimde, yalnızlığımın ne de yalnız olduğunu hissettim. Şiir yazmak yetmiyormuş. Akşam vakti, duyduğu çağrıya yavaş adımlarıyla cevap veren yaşlı bir adam, son günlerinin yalnızlığını paylaşıyor benimle. Yalnızlığını saygıyla karşılıyorum, ama benim yalnızlığıma yetmiyor yaşanmışlık...

Yaşanamamışlık var içimde. Bir yazarın yazamama korkusu, karakterini kıskanan bir öykücü, aşık olamayan bir maşuk...

Karanlıkta yürümeyi keşfetmeden önce insanoğlu ne yapıyordu diye geçiyor aklımdan. Ağaçların üzerinden yükselen ay, yanımda ayrılmayı bekleyen dost, az önce sevemediğim sevgili ve başaramadığım geleceğim... Üç kişinin yanında sen, sen; sen olmayı haketmiyorsun.

Pazartesi. Uzaklaştırmak için verilmiş bir buluşma sözü, pek de gerçekçi değil, aldatma. Bırak beni gideyim. Sev beni kalayım. Karanlık gecelere yemin ederim ki; bırak beni gideyim, sev beni kalayım.

Yazdıklarının öncesinde hayal ettiklerinin gerçekleşmediğini anladığında insan, dumanının gökyüzüne üflüyor. Bir ölüm kutlamasına yetişemedim, pastadan çıkan ceset. Allah kahretsin! Ben ne yazıyorum...

Daha fazla dayanamayacağım, burda işler karışık, kendine çok iyi bak Fatma abla, insanlar ölüyor.

25 Ekim 2012 Perşembe

bir sokak çocuğunun intiharı..



O gün hayatımda ilk defa erken kalkmıştım. Ve ilk defa iş yerine yürüyerek gidebilecek kadar zamanım olmuştu. Sıradan bir şubat soğuğu havası esiyordu, deniz durgun, güneş saklı... İstanbulu seviyordum. Adımlarımın hızına dikkat etmeden yürümeyi seviyordum ama ne olur ne olmaz edasıyla saatime göz ucuyla bakmayı ihmal etmiyordum. Siyah paltomun bana kattığı ağır ve maço havayı sevdiğim günlerimdi o zamanlar. Cebimden çakmağımı çıkardım ve evden beri elimde tuttuğum sigaramı yaktım. Denizde oluşan sisin, üflediğim dumanla bir alakası olmadığına inandığımı kendime ispatladıktan sonra az ilerde bir sokak çocuğunun, denize bakan bankın altında uyuyakaldığını gördüm. Dedim ya, o zamanlar abilik yapmayı pek severdim. Sokağın çocukları bize emanetti. Allah'ın emaneti. Yaklaştım ona, üstünde ince bir tişort, ve kollarını bacaklarının arasına almış esmer, kirli bir vücut. Dürttüm onu, uyandığında simit ve çay yaparız diye düşündüm. O kadar bozukluğum olsa gerekti. Bunları düşünürken elimin hala onu dürttüğünü ve kıpırdamadığını anladım. Ölümü aklıma getirdim. Sokak çocuğunun öldüğünü anladığımda kendi ölümümü düşünmem ne kadar tiksindiriciydi oysa! Etrafıma baktım, kimsecikler yoktu etrafımda, kimsecikler yoktu etrafında. Polisi aradım, yardım çağırdım. Sokak çocuğunun ölümü bana tehlikeli hissettirmiş olmalı ki, ilk önce aradığım kurum polis olmuştu. Sonraları bu olayın ne kadar bencilce olduğunu düşünmekle zaman harcadım.  Polisin gelmesini beklerken bacaklarının arasında kirli ve esmer ellerinin sımsıkı tuttuğu bir kağıt parçası buldum. Biri görür edasıyla gizlice elinden alırken, bir an uyanacağını hissettim, fakat "Dünya o kadar çirkindi ki kimsecikler uyanmadı uykusundan"(Milan Kundera)

İNTİHAR NOTU: Şimşekler çakıyor, çok korkuyorum.

Ah be çocuk! Sen, bu ülkenin ayıbı, unutulmuş, aşağılanmış sen... Kendisini öldürmenin en masrafsız yolunu düşünür mü bir insan?! Ah sokak çocuğu! İnsanlığın ayıbı, aldatılmış, yalnız bırakılmış göz yaşı...

Kendisini soğuk yeryüzüne bırakmış bir sokak çocuğunun cansız vücuduna dokunduğum andan itibaren göz yaşlarım soğuk akıyor. Ağladığımı sandığım zamanlar gözlerimi kapadığımda hep aynı yazıyı okuyorum. İntihar notu kültürünü nereden öğrenmişse bu zavallı çocuk, onun mahremiyetine vurulan kilidi kırdığıma bin pişmanım. Kime gösteremediyse notunu, onun habersizliğiyle perişanım.

Bir sokak çocuğunun intiharı, ne de güzel, ah ne komik!

17 Eylül 2012 Pazartesi

"Beyaz adam savaştı, biz öldük." Malcolm X

 Yazıma başlamadan önce bu yazıyı çok sevdiğim, yakınım olan Bilal Yaver hocamın dergisi; İmleç Dergisi için yazdığımı belirtmek istiyorum. Kendisine selamlar! :)

ve Hemen ardından Malcolm X ile alakalı aklımda kalan ufak bir anıyı paylaşmak geliyor içimden ve sanırım paylaşıyorum. İtirazların neticesinde devletin üzerine yoğunlaştığı bir olayda, devlet görevlisinin adı-soyadını sorduğu sırada Malcolm yanıt verir:
"Adım Malcolm, Malcolm X!"
Yani anlaşılan, devletin kendisine armağan ettiği 'soy' ismini reddetmiş bir kişiliktir. Vay canına!

---

"Beyaz adam savaştı, biz öldük." Malcolm X


Politika! Söylemesi eğlenceli, fakat merak ediyorum kendisiyle kaç yaşında tanıştık? Lisedeyken mi? Başkanlık seçimleri olurdu hani, arkadaşlar arası bir kızışma. Biraz hırslı belki de heyecanlı fakat tatlı gelirdi politika, şayet buysa. Sanırım asıl sormamız gereken: İlk tanıştığımızda onu ne kadar tanıdık?
23 yaşında bir genç, hayalleri gözünün önünde, artık her şeyi yapabilecek, o gücü hissediyor yanaklarında. Askerlik diyor, baba. “Baba, yapma…”
Hakkari – Şemdinlideyiz dostlarım. Burası karanlık, evet az önce bahsettiğim çocuk orada, istihbarat gelmiş, akşam 6 dan beri bekliyorlar. Bir baskın ki hayallerini basacak, babasını ağlatacak, ülkesine sövecek ve istemeyecek bir daha hiçbir ülkenin askeri olmak… Evet çocuk bekliyor.
Sabah 6: 12 saatlik bekleyişin ardından geliyor saldırı. Sizce de bu bir aldatmacaydı değil mi? İstihbaratın kimden geldiğini söyleyecek kadar cesur değilim, burda işler böyle yürümüyor.
Babası ağlıyor, “vatan sağolmasın evlat!”
Hayallerine uzaktan bakmak için doğru yerde şimdi o.
Politika! Söylemesi ne de güzel!
Ve evet bu arada, beyaz adam savaştı: biz öldük.

En yakın üç arkadaş, birlikte geziyorlar paso. İkisinin arası bozuk, çaktırmıyorlar üçüncüsüne. Ve günlerden bir gün geliyor ki, o lanetli gün, biri diğerini öldürüyor. İyi olan öldürüyor, kötü olan ölüyor. Ardından geçirdiği 3 ayın birisinde depresifleşiyor. Ağlıyor. Ve evet bağırıyor da.
Mezarına gittiği gün, bir çiçek bırakıyor, küçük bir notla.
Not: Pişman değilim, ama üzgünüm.
Ve gidiyor beyaz atlı prenses. İyi olan gidiyor, ardına bakmadan, sahi,  üçüncüsü ne alemde?!
Biri ölür, diğeri gider, üçüncüsüne de kalmak düşer. Gördünüz mü? Beyaz adam savaştı, biz öldük.

Bir parti düşünün doğruları söyleyen bir parti, politikayi hiç bu kadar sevmemiştim. Ve iki tane daha parti düşünün. Birinin muhalefet birinin iktidar olduğunu düşünün son seçimlerde. Ve ilk bahsettiğim partiler kadar dürüst insanlar düşünün, barajın altında kalan.
Ve bir aşık düşünün ilkokuldan beri henüz konuşmadığı bir kıza aşık olan. Ve aşkını anlatmamış kimseye. Ve en yakın arkadaşı anlatıyor bir gün, aşkına halt ettim diye.
Bir adam düşünün, sevdiği kişi için savaşmadan ölmüş..
Ah, evet.. Politika!

Yani dostlarım; yapılan yaşanmışlıkların sonunda yapılmayanların akıbetiyle karşı karşıyayız. Ve günlerden bir gün, beyaz adam savaştı, biz öldük.
Selam olsun; siyah adam!

15 Eylül 2012 Cumartesi

Güzel olan ne varsa?

Bütün o öğütlerinizi, iyi dileklerinizi, yardımlarınızı, iyi niyetlerinizi, güzel görünürlüğünüzü ve sahteciliğinizi rahatsız edici buluyorum. Son zamanlarda bir parti liderinin sıkça kullandığı tabiriyle; 'en hafif ifadeyle' rahatsız edici!

Güzelliğin ne olduğunu kararlaştırmalıyız, ne olmadığını da. Bunu bütün o öğütlerden, yardımlardan ve iyi dileklerden ötede duran insanlarla birlikte yapmak ne de güzel! Kavramlar karmaşasından nefret ederim, bilirsiniz kavramlar; öğüt sahiplerinin kullandığı şeyler...

Şimdi sizi bir dakikalık; "Nelerin güzel olduğu" soruşuna davet ediyorum. ve Hemen ardından aklımıza gelen ilk şeyleri dökelim bu boktan blog sitesine!

...

Araba sürmek güzeldir. Seyehat etmek güzeldir. Sevişmek çok güzeldir. Kadınlar güzeldir. Bazı kadınlar daha da güzeldir. Bazı kadınlar en güzeldir. Evlilik güzeldir. Evlenmemek de güzeldir. Çiçekler güzeldir. Şarkılar güzeldir. Pink Floyd güzeldir. Hiç bir şey yapmamak güzeldir. Kitap okumak güzeldir. Kitap yazmak daha güzeldir. Okuduğun kitabı bir başkasına vermek en güzeldir. Konuşmak güzeldir. Susmak güzeldir. Dinlemek güzeldir. Ağlamak güzeldir. Seyretmek güzeldir. Arkadaş güzeldir. Güzel arkadaş daha güzeldir. Öpüşmek az güzeldir. Dokunmak güzeldir. Giyinmek güzeldir. Soyunmak en güzeldir. Sıçmak güzeldir. Yemek güzeldir. Koşmak güzeldir. Gözler güzeldir. Youtube güzeldir. Zaman güzeldir. Saatin kaç olduğunu bilmemek daha güzeldir. Uyumak en güzeldir. Gülmek güzeldir. Uyurken osurmak güzeldir. Ağlayan birisini görmek güzeldir. Neden ağladığını konuşmak güzeldir. Arkadaşlarınla geğirmek en güzeldir. Sütyen güzeldir. Bebek sahibi olmak güzeldir. Ölmek güzeldir. Karıştırmak güzeldir. Unutmak daha da güzeldir. Twitter güzeldir. Özgürlük güzeldir. Güvende hissetmek güzeldir. Hayal etmek en güzeldir. Beklemek güzeldir. Beklenilmek güzeldir. Diş fırçalamak güzeldir. İşemek güzeldir. Linux güzeldir. Android de güzeldir. İnanmak güzeldir. İnanmamaksa az güzeldir. Haber edinmek güzeldir. Sevmek güzeldir. Sevilmek güzeldir. Sevinmek en güzeldir. Adriana Lima güzeldir. Abazalık güzeldir. Azmak güzeldir. Boşalmak da güzeldir. Uzatmamak güzeldir. Tepkisiz kalmak en güzeldir. Tepki vermek az güzeldir. Yaşar Kurt güzeldir. Norveç güzeldir. Kadınlar tekrar güzeldir. Güzelliği ve neyin güzel olduğunu sorgulamak; az güzeldir.

Hepimizin seslendiği bir güzellik vardır, hiç bir zaman projeleştiremeyeceğimiz taslağımızda. Hayatımızın güzelleşmesini sağlayan güzellikten bahsediyorum. Gücünü farklı kimselere ve farklı yerlere dağıtmış güzellik. Öğütlerden uzakta, iyi dilekleri reddetmiş bir güzellik...

Aşık olmadığınız bir kadını sevmek, seni seviyorum demek, güzelliğin hakettiği bir şeydir. ve Aşık olmak; güzel olan şeyler arasında en az güzel olandır.

Tanıştığınız Güzellik'ten sonra yazdığın güzel şeyler olur. Güzellik güzel yazmanızı söyler çünkü ve bir gün güzel olan her şeyi yazmak ister canınız, ancak vakit yetmez.

Güzellik; seni seviyorum.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Raslantılar Prensi

Hayatında ilk defa operaya gitmişti Nalan. Her şey olması gerektiği gibi farklıydı, herhangi bir konserden çok daha farklısıydı. Oraya gelen insanları süzdü, dikkatlice. Bir Banka görevlisi olarak insanları izlemeye alışmıştı. Salona girdiğinde hissettiği duygu, sanki bir kültür seviyesi daha atladığını söylemişti ona. Gülümsedi. Koltuğuna oturduğunda, bundan sadece 3 saat önce yaşadığı telaş aklına geldi. Haftanın son günüydü, ve ekonomi kapanıyordu. Bazı şeyler son bulurken haraketlenir; bankalar, savaşlar, yeminler ve dahası... Bilirsiniz işte, son yeni bir başlangıcı doğurur, yeni bir başlangıç ise eski bir sonu, her şey farklı başlar, ama hep aynı biter, bitmeyi farklılaştıran pek bir şey göremezsiniz çevrenizde, bitişler biter. Bitmesi, nasıl bittiğinin önemini yok eder belki de...

Neyse biz Nalan'a dönelim. Gösteri başlamıştır, hayatında ilk defa gördüğü enstrümanların birbiriyle uyumuna dalan Nalan'ın gözleri, ilk defa bu büyülü arenaya geldiğini farkettirir onu izleyen birisine ve evet, onu izleyen birisi vardır, çünkü Nalan gerçekten izlenesi bir güzelliktedir.

26 Ağustos 2012 Pazar

Yeni Hayat

Hatıralarımız... Yeterince eski değiller ve ne zaman onları hatırlamak istesek, içimizdeki karanlık odada, hatıralarımız; yeterince yeni değiller... Yaşanmışlıklarımızdan bahset bize Metin, yaşayamadıklarımızdan değil!

Armağan ettiğimiz hislerimizin karşılık bulmadığını biliyoruz. Bir çok defa bulmadığını ise; yaşıyoruz. Biriktirdiğimiz dostlardan bahsediyor şarkıda ve bir türkü; bahset diyor bize aşklardan. Kaybettiklerimiz ve bunu yapmamalıydım diyor küçük bir kız, her şeyin farkında. Farkında değiliz; neler yaşadığımızın, neden yaşadığımızın, kiminle yaşadığımızın ve yaşadığımızın farkında değiliz. Geçmişe örülmüş pişmanlıklardan sızan bir kaç parça güzel hatıra... Metin, sen anlarsın, bilirsin Metin, yaşamadan bilinmez...

Yeni Hayat... Uzunca yazılmış bir paragrafın başlangıcı gibi, okumaya korkak ve sinsi... Her şeyin düzeleceğini söyleyen gözler ışığında, gözbebeklerinin karanlığı boğuyor Metin. Artık yaşanmaz ve artık ölünmez. Her şey yerli yerinde kalır, sen gidersin, Metin... Hem bakma bana öyle, konuşacak kimsem kalmadı, sen de bakma öyle!

Akıttığımız gözyaşlarının ardında saklanan kırmızılığı hissediyorum gökyüzünde. Kelebeklerse artık uçmuyor. Balonlar siyah renkte satılıyor ve çocuklar kararıyor. Veresiye yazmıyor Bakkal Ekrem, radyolarda Zeki Müren çalmıyor. Eskisi gibi değil hiçbir şey ve herşey yeni. Yani Metin koskoca, yaşanmışlıklarla dolu, koskoca bir hayat bitiyor... Yani Metin, koskoca bir hayat bitiyor...

"Tarlada çalışırken, uzun süren yaz günlerinin sıcağında, geleceğinden habersiz ekinlerin biçimiyle uğraşırdık. Su yoktu, hava sıcaktı ve uzaktaydık evden. Tarladaydık abi, tarladaydık... Öğlen vakti getirdiğimiz yemeğimizi yaşlı ağacın gölgesinde yerdik, eğlenirdik abi, sıcaktı ama eğlenirdik. Uzun süren yaz günlerinin sıcağında, tarladaydık abi... Abi! Tarladayız... ve Abi! Eve döndüğümüz de yarın tarlayı sulamak için tekrark geleceğiz ve sonraki gün tekrar... Sararmış, kurumuş yaprakların nasıl da yeşerdiğini göreceğiz. Su mavi akacak abi, her şey güzel olacak! Sen dememiş miydin; yeniden başlamak, başarmaktır. Kalk ve yüzünü yıka, aynaya baktığında, mavi akan suların bıraktığı damlacıkların tekrar suya düşüşünü seyret, süzülüşünü... Gökyüzüne çevir yüzünü, maviye boyanmış gökyüzünü düşür siyah gözlerine. Abi... Başlangıçlara dikkat ettiğimiz zaman anlamaz mıyız her şeyi? Sır orada saklı değil midir? Hem onca yeniliği bize sunan hayat'a; bir yenilikte biz armağan etmemiz gerekmez mi? Anamız böyle öğretmemiş miydi abi? Yeni bir hayata başlamak, başlangıçlarda gizlidir, sen öyle dememiş miydin, abi..."


*Büyük sanatçı Barış Manço'nun şarkısına çok sevdiğim Hayko Cepkin tarafından getirilen beğendiğim bir yorum...

17 Ağustos 2012 Cuma

okuması zor, bi'daha böyle yazma..

Yerine koyduğumuz şeylerin, aslında onların yeri olmadığını anladığımız zaman, zorbalığımızı farkedip sessizliğe gömüleceğiz. Firavunun gölgesine sığınan bir Tanrıya edilen yeminlerin, geri dönütsüzlüğünü hissediyor musunuz? Tanrınızı doğru seçin. ve Eksik bıraktığı boş yerin eski sahibini düşleriz. Yeni Tanrımız sizce de adaletli mi?

...

15 Ağustos 2012 Çarşamba

'sen de benim gibisin'

Bugünlerde herkes; 'sen de benim gibisin' demeye başladı. Acaba ben kendimi yaşamıyor muyum diye telaşlandım. Sen de kimsin? Senin gibiymişim, peh!

Bu konuyu konuşmak için, edebiyat yapmak istemiyorum, felsefe de işlemez. Bunu kendi yolumla dile getireceğim-Tabi her zaman ki gibi yazarken dinlediğim müziklerin de etkisini hissettirerek.

Sevmediğim şeylere daha çok ilgi duyuyorum, yani ne bilim, ilgi çekiyorlar işte. 'Acaba ben bunu neden sevemedim ki lan?' durumu ortaya çıkıyor. e tabi biraz da zeytinin etkisi var bu işte. Tatsız tutsuz gelen zeytinden, şimdilerde her sabah 12 tane yiyorum. Neyse, dediğim gibi, sevmediğim şeyler daha çok ilgimi çekiyor.

-Ah işte aynı ben, oğlum bende böyle hissediyorum.-

Bob Dylan severim ben, tamam biliyorum sen de seviyorsun. Bob Dylan'ı sahiplenemem ya? Jjimi Hendrix var yeni tanıştım, birazdan burda şarkısını da paylaşırım. Yaşar Kurt'sa; Türkiye'de ünlü olmayı haketmeyecek derecede büyük biri. Ya işte bu aralar müzik zevkim böyle.

Bir yazımda bahsetmiştim, filmlerdeki artistlerin isimlerini ezberlerdim. Bakmayın öyle, o da yapmıştı. -Dostum, ne yalan söyliyeyim, bende yaptım.- Sonra beatles'ı öğrendim, evet lisede. e bizim evde daha çok madonna-tarkan arası şarkıcılar duyulurdu. bir de muhafazakar bir aile olduğu için ilahiler. ve Evet en yakın dostumla; 'kültür kasmak' diye bir tabir geliştirmiştik. Belki de vardır öyle bir tabir, belki de benim gibilerden birisi bulmuştur daha öncesinde, kim bilir.

 Allah'ın varlığı hakkında bir ispatımın olamayacağını, fakat ona inanmak istediğimi ve bunun beni mutlu ettiğini söylediğimde, karşı taraftakinin yüzünü gülümsetiyordum. Ah evet, tanıdık bir ifade; "sen de benim gibi düşünüyorsun..."

Bazen sadece benim gibisin demesinler diye insanlar, kendim gibi davranmıyorum. Mesela bi kızla tanıştım, a evet biraz tatlı, sadece onu benim gibi hissetmemek istemiştim, farklı olmaya çalıştım, çünkü onun gibi olmamalıydım. eh işte bu yüzden sevgilim yok.

-Kardeşim, benim ki aynı sebebten ötürü değil ama temelde aynı felsefeden dolayı sevgilimiz yok, yani özünde benim gibisin, iyi çocuksun ya.-

Müzik aleti çalamazdım, ama çalmak için can attım ve evet bana en kolay gelen mızıkaya başladım. ve Başladıktan bir kaç ay sonra insanlar; nasıl çalındığını öğrenmek istediler, ve sonrasındaysa mızıka aldılar. Çok değil 7-8 kişi falan. Ama koyuyor insana. -Şanslısın dostum, benim mızıkam yok.-

Hayalimin kadını hakkında konuşurken bir kadınla, söylediğim şeyler onu biraz korkutmuştu, ve biliyor musunuz? en çok burda sevindim, artık insanlar biraz daha kendi gibiydi. ya da ben biraz daha kendimleşmiştim. Bir zamanlar bir kadın vardı evet, ve o kadın benim gibi olduğu için değil, beni kendisine yakın hissettiği için de değil, ya bilmiyorum, niye seviyordu, ama seviyordu.

Kadından sonra işler değişti, herkes kendi olmaya başladı, herkes beni rahat bırakıyordu ardık. Kimse gibi olmak zorunda değildim. Kendimi yaşamanın en zevkli yanı da bu ya, kimseye ait değilsin. Özgürlük mü desek? çok mu eskimiş kalır bu muhabbet? her neyse, bir şekilde kendim olmayı seviyorum ve birileri gibi olmadığımı duymayı başarabildiğim şu günlerde, benim gibi olmayanları merak ediyorum.

-Aynen ben de böyle düşünüyorum, aslında sen de benim gibisin, mesela ben... ... ... ... ... ... ... ...-

ya tamam, tam olarak başaramasam da, çok az duyuyorum artık. yani gerçekten, son haftada söyleyen kimse olmamıştı. Neyse, benim gibi olmayan bir adamla tanışmanızı çok istiyorum, Jimi Hendrix

 

*bu arada beatles'ın ilahi söylediğini düşünsenize, çok komik değil mi :)

9 Ağustos 2012 Perşembe

Şarkı Çevirisi: Leonard Cohen-Last Year's Man

Merhaba arkadaşlar, son yazımı Leonard Cohen - Last Year's Man şarkısı üzerine yazmıştım; anlayabildiğim kadar. Farkettim ki internet üzerinde bunun bir çevirisi yok, ya da bulamadım. Hani hepimizin vardır bir şeyler rica ettiği arkadaşı, ben de ondan rica ettim ve beni kırmadığı için teşekkürlerimi sunuyorum, kardeşim.

------

Şarkı: Last Year's Man

Sanatçı: Leonard Cohen

Çeviri: Yasin Tantunç

------

Yağmur düşüyor üzerine son yıl adamının.
Bu harp masanın üzerinde duran Yahudilerin.
Bu pastel boya onun elinde.
Ve bu planın köşesi berbat olmuş çünkü hâlâ ahşabın üzerinde gölge olan kıvrılmış gövdesi raptiyelenmiş.
Ve gökyüzünün ışığı bir davulun teni gibi,onu asla onarmayacağım.
Ve yağmur düşüyor yılın son adamının işlerinin üzerine.
Bir bayanlar tanıştım.O karanlıkta askerleriyle oynuyordu,Adının Joan’ın Arc’ı olduğunu söyledi bir bir onlara.
Bu ordudaydım. Evet burada kaldım oysa;sana teşekkür etmek istiyorum,Joan’ın Arc’ı,beni iyi tedavi ettiğin için.
Ve düşündüm,bir üniforma giydim,savaş için doğmadım;tüm bu yaralı adamlar senin yamacında uzanıyor,iyi geceler,arkadaşlarım,iyi geceler.

Ben geldim bir düğün sırası,yaşlı ailelerin bulunduğu;
Beytüllahim’in damadı.
Babylon’un gelini.
Muhteşem Babylon çıplaktı,oh orada ayaktaydı,titriyordu benim için.
Ve Beytüllahim kızgın ikimize de,utangaç birinin seks partisinde olduğu gibi.
Ve düştüğünde bir duvak gibi bedenlerimiz beraber that I had to draw aside to see the serpent eat its tail. (İngilizcem yetmedi.)

Bazı kadınlar İsa’yı bekler,bazı kadınlar ise Kabil’i. Benim asmamın üzerine adak taşı. Ve benim hareketlerimi dile getirdim.
Ve her şeyin başladığı yere,beni bulan birini seçeceğim İsa balayı iken.
Ve Kabil sadece adamdı.
Ve biz İncil okuduk,kan ver deriden.
Ve vahşet topladı onun çocuklarını tekrar.

Yağmur düşüyor yılın son adamının üzerine.
Bir saat geçti,
Ve elini hareket ettirmedi.
Ama sadece kelimeleri verirse her şey olacak,
Aşıklar doğacak
Dağlar yere değecek. (Bu üç dize kıyameti anlatıyor.)
Ama gökyüzünün ışığı bir davulun teni gibi,onu asla onarmayacağım.
Ve yağmur düşüyor yılın son adamının işlerinin üzerine.

Çok fazla dini muhabbet geçtiği için içinde yeterince de Hristiyanlıkla ilgili bilgiye sahip olmadığım için böyle çevirebildim. Fazla ağır bir öyküsü var. Tam anlamını tercümanlar bile çeviremez,adamın vermiş olduğu duyguyu anlayamayız. Ne demek istediğini ancak o söyleyebilir. Bu kadar çevirilebilir.

yıldızların kayboluşunu seyretti kız.

Karanlığın, geceyi terkedeceği bir zaman dilimiydi. Bulunduğu yerden şehrin son ışıklarını seyredebiliyordu Cahit. Bir sigara yaktı. Sanki kendi hayatını yaşamaktan sıkılmıştı, ya da yaşayamamaktan... Şehri seyrettiği tepede, arkasında bıraktığı otoyoldan geçen arabaların sesini dinliyordu. Kısık gözleriyle sigarasının kırmızısına bakarak çekiyordu dumanını içine. "Ulan.." dedi Cahit, "Ulan siktiğimin şehrinde konuşacak kimsem kalmamış. Yalnızım lan, yalnızım işte..." küfrediyordu. Deri ceketinden çıkardığı paketinden bir sigara daha çekti. Zippo çakmağını arıyordu, başka bir çakmağı olsa da, zippo'yla yakmalıydı sigarasını.

"Ben de var" dedi çatallı bir ses.
"ha? sen de kimsin?"
"Tuana"
"Ne arıyorsun burada?" dedi Cahit, aslında önemsemiyordu.
"Çakmak aramıyorum."
Güldü Cahit ve paketinden bir sigara uzattı kıza. Kızın çakmağı zippo olmamasına rağmen yaktı sigarasını.
 "Peki, konuşacak neyin var?" dedi kız.
"Anlamı ne?" diye sordu kıza.
"Cennete düşen ilk yağmur damlasıymış, doğrusu cennete inanmıyorum."
"Güzelmiş." duraksadı bir an ve Annesine kızarcasına; "Cahit de ne lan?!"
"Haksız olma, taşımaya devam et." dedi kız, kendisini annesi hissederek.
"Senin?"
"Annem... Öldü."
"Üzüldüm" söylediği kelimenin yetersiz olduğu düşüncesiyle yeni bir kelime arayışına çıkmıştı Cahit.
"Unut gitsin, ben öyle yapıyorum." dedi kız.
"Nasıldınız?"
"İyi"

Durdular ikisi de, bu kadar konuşmak yeterliydi. Tanrıyı bekliyorlardı sigaralarıyla. Söylemek istedikleri şeyleri vardı. Belki de birbirilerine seslice anlatarak Tanrı'nın duymasını sağlayabilirdiler; ama yapmadılar. Cahit bir ara oturdu yolun kenarındaki arabasının yanına. Yaslandı tekerleğine. Kız bira sordu. Cahit arabada dedi. Birasını alıp arabanın üstüne uzandı kız, yıldızları seyrediyordu. Arabasından hafifçe bir müzik seçti Cahit; "Leonard Cohen - Last Year's Man" dedi kıza. "Güzel" dedi gözlerini kapatarak. Her şeyin, tanımadığın biriyle konuşulması gereken bir andı bu an. Ama yapmadılar, Tanrı'yı beklediler sadece...

"Her şey yolunda mı?" kız ağlıyordu.
"Annem..." dedikten sonra hıçkırıklar da katıldı ağlamasına.
'Üzgünüm' demekten daha iyi bir kelime bulmalıydı bu sefer Cahit;
"Üzülme" dedi. Güldü kız;
"En iyisi bu muydu?"
"Hey, bak... Ben de bir şeylere üzülüyorum, ve lanet olası üzülme hissinden nefret ediyorum, ne yapabilirimki, ne yap diyebilirimki..." dedi Cahit arkasına bakmadan. Şehri izlemeye devam ediyordu, kızsa gökyüzünü...
"Anlat" dedi kız burnunu çekerek.
"Şarkı" dedi Cahit. "Şarkı her şeyi anlatıyor."

Şarkıyı dinlediler, bir bira daha içtiler ve bir bira daha... Sonra sigara ve bir bira daha... Şarkıyı tekrar dinlediler, şarkıyı birlikte söylediler. Güneş ilk ışıklarını serptiğinde gökyüzüne, yıldızların kayboluşunu seyretti kız.

"Arabanı ne kadar seviyorsun?"
"Banyo sabunu kadar."
"Peki ya hayatını?"

Bindiler arabaya. Son biralarını yudumladılar. Kız şöfor koltuğunda, döndü ve son kezmişçesine öpüştüler. Arabanın hızını artırdıkça dahada öpüştüler, sanki öpüşmek yapılması gereken son şeydi. Hızlandılar. Fütursuzca sürdükleri arabayı, şehrin en yüksek tepesinden uçururlarken, adeta oturdukları yerden kalkıp sevişmeye başladılar. Son sevişmelerinin hayal ettiklerinden daha heyecan verici olması gerçeğiyle tanıştıkları için, gülümsediler.

...

İnsanlar güne siren sesleriyle uyandılar. Bir telaş vardı ve bir de enkaz... Tanrıyı beklemiştiler. O'na neden gelmediğini soracak kadar üzgündüler. Polisler ve ambulans olay yerine geldiğindeyse; mavi-kırmızı ışıklar eşliğinde çalıyordu şarkıları, hayatlarının enkazı olan arabadan...


8 Ağustos 2012 Çarşamba

Serzeniş

Şimdi neden yaşıyorum diye soruyorum kendime.
Bir sandalyenin yanmış kumaşı kadar kararmışken umutlarım.

-------------------------------------------------------------

Seslenmek güzeldir duyan sadece sizseniz.
Susmak güzeldir sokak da ki çocukların çığlıkları duyuluyorsa.

-------------------------------------------------------------

Rüyalarda gezmek ne kadar bilinçsiz bir özgürlük ise,
Yaşadığın zamanda kabuğunda kalmak da o kadar bilinçsiz bir özgürlüktür.

-------------------------------------------------------------

Neden susuyorsun sözlerin mi tükendi? Yoksa sesin mi kısıldı ?
Neden susuyorsun yoksa susturuyorlar mı ? Başına silah mı dayadılar ?
Eline takılan kelepçeyi diline mi taktılar ?
Neden susuyorsun toplum mu susturuyor ? Yoksa Ailen mi ? Yoksa Arkadaşların mı ?
Bilmem ki belkide sevgilin susturuyordur?
Boşversene kandırma kendini susmanın sebebi korkmandır aslında demi ?
Peki ama neden korkuyorsun be arkadaş söylesene ?
Kendinden korktuğunu itiraf edemiyecek kadar korkak olduğunu mu .!!!!

7 Ağustos 2012 Salı

BARDAĞIN AĞIZLANMAMIŞ UCU KADAR YALNIZ


(savunma: Bu dünyada babana bile güvenmeyeceksin. Beni tam 18 yıl ''küfür çok kötü bir şeydir'' diyerek kandırdı. Can Baba'dan önce küfür etsek ağzımıza biber sürerlerdi, şimdi ise çiçekler açıyor her küfürde dişlerimiz arasından.)


Bardağın ağızlanmamış ucu kadar yalnızım.
Ayakkabıya yapışmış bir sakızın
Asfaltta kalmış yavşamışlığı kadar.
Belki bugün ölürüm belki yarın.
Uçan kaçan bir sayılır nasıl olsa
Bu hale vela kuvvet bu memleket.
Şarkı diye bişey olmasa mesela.
Canım mesela yani.
O zaman ölebilirdim rahatından ve yalnızlıktan.

Eski Bir Radyo


Bir son bahar günü terk ettim geçmişimi,
Düşüncelerimi süsleyen hatıralarla birlikte.
Bekliyorum, senden ve sensizlikten uzaklarda,
Belki son nefesimde yanımda Olursun Diye.
Eski bir radyo da çalıyor şarkımız.
Büyülü namelerle gözümde canlanıyorsun.
Eşşiz güzelliğinle dans ettiğimiz günler aklımda.
Elini ilk kez tuttuğum şarkı nakaratında arıyorum seni.
Bir son bahar daha sonlanıyor düşüncelerimle birlikte.
Radyodaki seni arıyorum seni hatırlatan o nameleri.
Belki tekrar canlanırsın gözlerimde diye.



6 Ağustos 2012 Pazartesi

Zaman Gibi


İntihar etmeliyim şarkından dedi bir dost. Kapatmam gerekli tüm kapıları, yoruldu bu yürek sevemedim cehennemi diyor karşı komşumuzun yarı felçli çocuğu. Bir prenses koşuyor Ankara asfaltının trafiğinde; yaya geçidine ve arkasından küfür eden onlarca Anadolu şoförüne inat. Bir şeylerden kaçıyor sanki, uzaklaşmak istiyor tüm bu yarı fazlı değer ve sevgi yargılarından. Hiçbir duyguyu yaşamak istemiyor. Duygu mu? Kalp zan altında. Ve bel altında aşk, bir çok genç için. Bir yazar için konu bütünlüğünde ve okuyucunun hazzında. Bir müdür yardımcısının bakışıyla tüm öğrencileri susturmasında. Yalnızlığı düşleyen bir adamın çevresindeki her bir arkadaşının uzaklaştığını izlemesi gibi. Doğumhanede karısının elini tutan adamın, çocuğun dünyaya gelmesiyle annenin hayata gözlerini yumması gibi. Elde edildi istenilen ve kaybedildi sevilen. Uçan balonu elinden kaydı bir çocuğun. Ağlamaya başladı, annesinin özel güçlerinin olduğuna inandı; onu geri getirebilecek. Üzgünüm ben çocuklardan nefret ederim. Ne zaman ağlayan bir çocuk görsem uzaklaşırım. Hiçbir zaman ağlayışını durduramadım bir insanın. Şebeklik yapıp güldüremedim en yakın dostum omzumda ağlarken. Efkarlı insanlar gözüme daha bir çekici geliyor son zamanlarda. Sigaraya mı başlasam? Hastane duvarlarına, tebeşirini kalan günlerini hesaplamak için kullanan mahkumlar görüyorum ben. Evet bir, iki, üç adım ileri ve bir adım geri. Üniversiteye yeni giriş yapan öğrencilerin kayıt olduğu salsa kursuyum ben, merhaba ehliyetini almak için 18’inin dolmasını bekleyen kardeşim.

5 Ağustos 2012 Pazar

gökyüzü ve kız


güzel bir kız, gökyüzü elbisesini giymiş bu sabah.

yorucu geçen yaşanmışlıklarımız,
yalnız olduğumuzu şimdi anlıyoruz.
ihtiyar.
ve ağlak.

küçük bulutlar,
özgürlüğü hatırlatıyor.

anlamsız.
telefondasın,
sesin kısık geliyor,
ağlıyor musun?
yağmur yağıyor.
ağlıyor musun?

yağmur taneleri,
sayabilir misin?
ve vazgeçilmişlik,
iyi gider.

oysa sen,
sen ne kadar güzel olduğunun farkında değilsin.
hayır güzel.
değilsin.

ellerin...
mavi kız,
ellerin kayboluyor.

güzel bir gökyüzü, bir kız suretinde gülümsüyor.

...

ruhunu yitirmiş bir gülücük.
bu şekilde ne kadar yaşayabilirsin.

aslında her şey komikti.
biz anlamadık.



4 Ağustos 2012 Cumartesi

Bir Fısıldamadır Gerçeğin Ardındakiler;

Unutulan herşey, Aslında unutulmayı bekleyen bir gerçekliktir.


(Dikkat! Bu sözler yüksek dozda felsefi ve edebî incelikler içerir. Bu sözleri anlamak için ön yargılarınızı ve Mantığınızı bir köşeye bırakınız)

SEYİR HALİ DURAĞI (VE USTAMDAN BİR ÇİFT İZİN)

Evvela,
Evvelası yok bunun.
Bedeni delip geçişi var sade.
Kasılıp kalışı.
Çepersizlik tankın topun karşısında.
Ölüp kalmak var ya hani,
Bir köşede öyle.
Duvar dibi direk önü dipsiz uçurum kuyularında.
Gülle atsan gık çıkmaz.
Kimi sevdiye gitmişinden.
Öyledir de benim canım öyledir.

Öyleceyim şimdi.
Seyir hali durağında
Pek de kalabalık şehirlerin
Yalnız sokaklarında.
Ki bu şehirde sokaklarda kalırsın en yalnız.

Göğe Bakma Ironisi (Turgut Uyar anısına)

Bugün günlerden Turgut Uyar. Bu hafta haftalardan Turgut Uyar. Ve bu ay aylardan ağustos ve ağustoslar Turgut Uyar. Bilmiyorum size uyar mı ama şiir yazılan her güne Turgut Uyar.

Keşke yazımı Turgut Uyar'ın müthiş dehasını ve şiirimize kattıklarını anlatarak devam ettirebilseydim ama heyhat, tarzım değil. 

Öncelikle belirtmek istiyorum ki, eğer Turgut Uyar'ın "Göğe Bakma Durağı"nı okumadıysanız lütfen bu blok yazısını olduğu yerde, okumamak suretiyle bırakınız. Ya da bırakmak suretiyle okumayınız. Seçim hakkı veriyorum. Haa eğer Turgut Uyar adını hiç duymadıysanız en kibar haliyle defolun. 

Ağustos böcüğü ile karınca hikayesini duymayan olma ihtimali bulunmadığı için bu konuda bir açıklama yapmayacağım. Amma lakin ve lakin sayın okurlar, bizler bu hikayeyi fazlasıyla yanlış biliyoruz. Bize yıllarca hep mazlum ağustos böcüğünü kötülediler. Halbuki o garibanın bir suçu yoktu. Olay en özet haliyle şu minval üzerinedir ki; karıncalar yazın sıcağında çalışıp para kazanmaktadır. Ağustos böcüğü ise karıncaların yaşamlarını, çalışmalarını anlatan şiirler yazıp gitarıyla şarkılar bestelemektedir. Yani karıncalar halk, ağustos böcüğü de halkı anlatan bir sanatçıdır. Ama gelin görün ki biz hikayeye biraz farklı açıdan baksakta sonuç hep aynıdır. Sanatçı zora düşünce bütün yaz uğruna şiir ve şarkı yazdığı halkından yardım ister ve o kaçınılmaz son gelir. Halk sanatçısını unutur, emeğini hiçe sayar vee hoopp bir tekme... 

3 Ağustos 2012 Cuma

Özgürlük


Yıllardır özgürlüğü aradık durduk herkesden uzak ve yalnızlıklar içinde.
Ama hiç bir zaman bilemedik asıl özgürlüğün başkalarına bağlanmakta olduğunu.
Küçük bir çocuktuk özgürüz dediğimizde, Ama bilemedik aslında bağlı olduğumuz bir anne ve babamız vardı.
Okulla tanıştık ve özgürlüğümüz budur dediğimizde Bilemedik aslında özgürlüğümüzün tenefüs zilinin o kısacık 10 dk'sı kadar sınırlı olduğunu.

2 Ağustos 2012 Perşembe

Bir Fısıldamadır Gerçeğin Ardındakiler Serisi

"Ölüm; Hayalleri Yok Eden Karanlığın, Aydınlık Yüzü."

(Dikkat! Bu sözler yüksek dozda felsefi ve edebî incelikler içerir. Bu sözleri anlamak için ön yargılarınızı ve Mantığınızı bir köşeye bırakınız)

27 Temmuz 2012 Cuma

bayan gülücük?

ölüm cennete gidebileceğimiz tek yol, bayan gülücük..
ve kaybettiğimiz her şeyin anısına
kahvaltımızı,
cennette yaptığımız ilk günün sabahında
güneşin doğuşunu izleyeceğiz.
belki cennete otostopla gidebiliriz.
iyi insanlar yola çıkıyor, şansımızı denemeliyiz.

dudaklarınızı kıstığınız her anın sonunda
gülümsemelisiniz.

ağlıyor musunuz? hayır yapmayın.

sevmek için neyi bekliyorsunuz?
ah evet bayan gülücük, siz de çok seviliyorsunuz.

gözlerinizdeki yeşil geleceğiniz..
beni umutlandırıyor.
onca çirkin ve reddedilmiş ve terkedilmiş zamanlarımızda dahi
gözleriniz,
bizi umutlandırıyor..

hikayeciler her yıl bu mevsimde gelirler
ben konuşurum;
iyi bir hikaye de sizin için anlatırlar.
çünkü bunun sizi mutlu edeceğine inanıyorum.

bayan gülücük,
biliyor musunuz?
ben mızıka çalıyorum
ve birlikte yapacağımız kahvaltıda
sizin için bestelediğim
belki biraz hüzünlü
ama sizi anlatan şarkımı çalabilirim.

biliyorum,
hala onun için üzülüyorsunuz.
ruhların kayboluşunu merak ediyorsunuz.
kendinizi toparlamakla meşgulsünüz.
ama biliyor musunuz?
bayan gülücük?
orda mısınız?
..

23 Temmuz 2012 Pazartesi

bir adımlık yürüyüş.

Rüzgar saçlarınızı rahatsız ediyor, bulutların gölgesi serilmiş sokaklara. Caddeler her zaman ki yavaşlığıyla akıyor. ve Arabaların stop lambalarına karışan kırmızı ışıklar gözlerinizi büyülemekte. Kahve dükkanlarından gelen o derin kahve kokusuyla kafein içinize işlerken; umursamaz tavrınızla adımlarınızın işbirliğini farkediyorsunuz. Her şey yolunda mı?



Kalabalık şehir, hiç çekilmiyor. Paltolarına sarılmış sarışın kadınların topuklu ayakkabılarından gelen seslerle birlikte arabaların kornaları kulaklarınızda. Taksilerin en yoğun olduğu caddelerden birisi burası. Sarı renkleriyle kırsaldaki papatyaları özletiyorlar. Yol kenarında bulunan yer altı sularına geçiş ızgaralarıysa; dikkatinizi çekmiyor. Karşıdan karşıya geçmek için yeşil adamı beklerken, yanınızdan geçen giden insana duyduğunuz hayranlık ertesinde kendinize gelip yeşil adamı beklemeye devam ediyorsunuz. Hala yeşil yanmadıysa ki bu gerçekten sinir bozucu bir durum, gözlerinizin emniyetinde adımlarınızı serbest bırakıyorsunuz. Ancak; gözlerinizin yeşilliği sizi aldatmasın, yine de dikkatli olun.

22 Temmuz 2012 Pazar

GECE SAATLERİ

Şu bütün çılgın göğe bakıyorum da 
Hepsi kundaklanmış sokakların
Değnekçilerinden arta kalmış sanki.
Ve yıldızlar bulanık yılların fişek delikanlıları gibi.
Sapı samana katan fırtınaların dopingiyim kem gözler.
Kem beni gözler.


Unutulmuş kahramanların anılarını hatırlıyorum yeni yeni.
Martıların çığlıklarıyla öpüşüyorum
Tadı biraz acı.
En çok ne özlenirmiş bir bir öğreniyorum.
Bilmezdim her annenin aynı koktuğunu.


Şu şiirlere bakıyorumda hepsi birer yazı.
Uhu kokan telaşımın yağlısı ballısı,
Durduk yere atan tepemin 
Iki yumurta kırmalık tası.
Ne ederse kendine,
Laf anlatamaz ki kendi piçine.


Ağlamam kendim düşşem,
Sen beni ne at ne de tutma.
Gözlerini sevemem belki
Ama işlemeli bir deniz boyu silerim.
Kimden adam olmuş ki bu zamanda
Çırak olsun benden.
Kendine ne yaparsan yap
Ama beni ne aldat ne de kandırma.


Sarhoş sarhoş gezmez durur sokaklar.
Bir it koklar uzaktan parçalanmış kedinin tükürüklerini.
Midemizmiydi bulanan paylaşmamak derdimiydi.
Şimdi şu boş şişelere bakıyorum da
Sahipsiz kalmış gibiyim.
Ne ara terke zorladım 
Çiş getiren sıvılarını,
Gurbet olmuş kendi dudaklarım.
Saatler bu kadar kısalmışken nasıl uzuyor gece.
Anne söylesene,
Sen beni doğurduğunda 
Nereye çarptın da
Ben böyle kaldım...

20 Temmuz 2012 Cuma

benki başarısız bir devrim girişiminin ayakta kalan son kalesi (yeni yıkık bir köyde)

   Sizinle şiiri paylaşmadan önce paylaşmak istediğim başka şeyler de var. Çünkü bunu o neyden yapıldığını bilmediğim yola borçluyum.Kısa bir zaman önce hayatımda orda olmaktan mutlu olduğum yerlerden birindeydim: Bademler Köyü... köyün özelliklerini anlatmak istiyorum. Işte ne bileyim nüfus, yer şekilleri, iklim, yüz ölçümü falan. Tamam sadece kötü bi şakadan başkası değildi.Ama yine de köyün birkaç özelliğinden bahsetmek ZORUNDAYIM. Türkiye'nin tiyatrosu olan ilk köyü, en temiz köyü olduğundan ve aynı zamanda en gelişmişi kabul edilen köyü. Zorunluluğumu yerine getirdiğimi düşundüğüm için hemen asıl konuya dönüyorum. YOL... Bahsettiğim şey Yılmaz Güney'in Yol filmenden çok farklı bi yol.Hayatta bazı şeyler vardır öyle basit görünürki umursamazsınız bile. Ve eğer o basit şeylere biraz dikkatli bakarsanız görürsünüz sözcüklerin ve nasnelerin anlamını.
   Hadi hayal edin şimdi. Bir yolun üstündesiniz. Asfalt gibi ama içi çakıl taşları dolu. Bu da yetmezmiş gibibir araba geçtiğinde iyi miktarda kum ve toz kaldırabilir. Sahi neyden yapılmış ki bu yol? Evet ne diyorduk yolun üstündesiniz. Arkanızda bir otoyol ayaklarınızın altında. Yani şarkıda dediği gibi yollara çıkmak yolculuklara bakmak için uygun bir vaziyet hatta aşırı uygun. Ve yolculuk izlemek insanları ve binlerce hayatı izlemek demektir. Her türlü duyguyu asfaltta hissetmek. Önünüzde yol devam ediyor ama tek bir farkla; yol ilerledikçe evler yoğunlaşıyor. Müthiş bir poz çıkıyor aslında önünüze. Önce seyrek sonra sıklaşan evler. Ev demişken sağ tarafınızda havuzlu villalar var. Evet aynen köyde havuzlu lüxs villalar. Eh işte boşuna mı anlattım en temiz en gelişmiş köy diye. Tabiki burjuvazi her güzelliği sömordüğü gibi Bademlere de dadanmış durumda. Yolun sol tarafı ise bildiğimiz köy. Köy evleri ve arkalarında uzanan tepecikler, ovalar, ağaçlar, börtü böcek... yani doğa. En güzeli de şu ki üstünüzde yıldızlardan örülmüş koca bir örgü. Pırıl pırıl gökyüzü. 

   Bizim ev yolun altında kalıyor. Meydana çıkılacağı zaman herkes arabayla giderken ben o yolla çıkıyorum. Çünkü ne hikmettir bilmem ne zaman o yola çıksam yukarda anlattığım karmaşayı müthiş bir duygusal yoğunlukla hissediyorum. İşte bu şiir o yolda mest olmuş yürürken hayatımın en iyi doğaçlamasını çıkardıktan sonra aklımda kalanlardan oluşuyor. Ben Bademler'den bir kere daha ayrıldım aa dostlar, kalanlara selam olsun...

   BENKI BAŞARISIZ BİR DEVRIM GİRİŞİMİNİN HAYATTA KALAN SON KALESİ (YENİ YIKIK BİR KÖYDE)

Benki kurtulamadım uzak yolların yansısından her türlü.
Benki hep takıldı gözüm ilerleyen gerileyen ne varsa.
Bir hareket halini aladursun karacasular,
Fıratlar belki belki dicleler.
Belki bir baraj kurulsun şöyle sel altı bütün hayaller.

Benki her yolculuktan bana kalan tek şeydim.
Belki koca bir elektrik direğinin telleriydim.
Düşmüştüm belki yol kenarı viran.
Belli ki o kenarda açan gül değil
Bir bölük pörçük deve dikeniydim.

Benki hiç gözüm ayırmadım o dağların yansısından.
Benki gece gündüz bilmedim hiç bir şiirde.
Belki yine ağlamak düşecek yine her şehirde.
Ki belki gülerim de belli olmaz ya gıcırdayan bir kapının
Tel örgülü seslerinde.

Benki bir o yolda gelir aklım başıma,
Benki beni bir o yolda severim.
Umursamaz bir düştüm belki
Belki kaydım da düştüm.
İtildim belki
Belki kakıldım.
Ben kere ben ben etmedim bir.

Benki seni özledim.
Sanki seni bekledim.
Upuzun oldum ve bittim en güzel yerimde.
Belki bulduğum hep aynı uygunsuz andı.
Belki açtığım hep aynı uygunsuz kapı.
Biz bi kilidi nerden vursak boş ya.
Benki sakatlanmış koşamayan
Ve bir halta yaramaz
Ve etmez beş kuruş
Ve bir leşden hallice
Ve yalnız en fenası
Ve hırsızdan bile korkan
Ve kendini yalamaktan aciz
Ve öyle
Ve öyle aptal işte
Öylece kalakalmış bir bekçinin yinede fedakar köpeği.

Benki yine o yola düşmüş gölgem,
Belki sen,belki ben,belki biz.
Belki bir gül gibi yol kenarlarında açar,
Belliki biz ancak gümbür gümbür devrilirken elektrik direkleri,
Bir devedikeninin yanında ezilir gideriz...

yazdım işte..

Onca şeyden sonra; geriye dönüp baktığında özlediğimiz şeyler arasında hala canlı duran o güzel konuşmalarımızdan çok uzakta, soğuk gecelerin keskin ve sert sessizliğini yaşıyorum. Yıpranmış ve kırgın kelimesini çok severdin. Bense yıpratmayı.. Hayal ettiklerimizin gerçekleşmeyeceği gerçeğiyle tanışmamızın son gününde birbirimize söylediğimiz, adeta yıllardır söylenmeyi bekleyen o hazin sözler.. Bize ait olan şeyler arasında sakladığımız 8 rakamı da vardı; en çok da onu severdin. 800 yıl derdin. Ama iyi oldu, böylesi daha iyi. Katlanılmaz acıların son bulmasının ardından geçen yıllar nihayetinde geriye dönüp baktığında hissettiğimiz kutsal duyguların günahlarını gizlemek gibi bir şey olsa da; böylesi daha iyi..

 

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Zor aşkların, Basit sonu

Ben zor aşkların çok güzel olduğuna inanırdım. Basit olaylardan sonra his besleyenlere, hep hayır dedim. güldüm geçtim. öyle bir şey olmalı ki benim "hayır" seçeneğim olmasın dedim. ona hayır buna hayır derken bir gün karşıma biri çıktı. arkadaş olduk, kanki (ki tabiri sevmesem de) olduk. sonra olur mu olmaz mı diye sorgularken oldu gibi. oldu gibi diyorum, bir anda oluvermedi. Olmaz diyordum ama olma ihtimalini kafamdan atamıyordum. Sonra olabilir dedim. o kapıyı açtıktan sonra sel gibi bütün duygularımız gönülden gönüle süzüldü. imkansızlıklar zorluklar vardı... En başta ailesi asla beni sevemedi. çünkü onlara göre garip düşüncelerim vardı. neyse bildik sıkıntılardan yaşadık. bu sorunları yaşadıktan sonra, artık ikimizinde büyük fedakarlıklar yapması gerekiyordu. ben kaçtım fedekarlıktan. Onun daha mutlu olacağını düşündüm. 3 ay sonra tekrar görüştük. artık bende fedakarlıkta bulunacaktım. Mutlu olarak 1 ay yaşadık. sonra başkası ile birlikte oldu. Olduktan sonra 2-3 hafta daha konuştuk. onun mutluluğunu istedim. hala isterim ayrı mesele.
Ama çok basit bitmişti. oysa etrafımda herkes o seni çok seviyor diyorlardı. oysa zor bir aşk evresi geçirmiştik. en güzel aşk zor olandır, demiyor muydu haluk levent. Demek günümüzün aşkı bu kadar basit bitebiliyordu? hayır aşk her dönem basit bitebilirdi. Sonuçta aşk da bir duygu değilmiydi. Daha önceleri de aşkın ne olursa olsun bir anda bitebileceğini biliyordum. O zaman başıma gelen olaydan şaşırmamalıydım. evet şaşırmadım. ama asla güzel anılarımı inkar etmedim.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

"bu incecik bir veda havasıdır.."

Sokaktayım.
Bir Necip Fazıl havası esiyor ılık yaz akşamlarında. Kaldırımlar diyorum; kaldırımlar ne de güzel.. ve Güzel bulduğum her şeyde yaptığım gibi, üzerinden geçiyorum kaldırımların. Sokak lambaları aydınlatırken şehrin karanlığını, Cahit Sıtkı geliyor aklıma; "Haydi Abbas! Vakit tamam! Akşam diyordun işte oldu akşam!"
Sessizliğin; kaşık seslerine, televizyon yayınlarına, balkon sohbetlerine ve radyolarda çalan Ahmet Kaya şarkılarına büründüğü yaz akşamları.. "Vakit tamam seni terkediyorum" dediğinde anımsıyorum Cahit'i, "bütün alışkanlıklardan öteye.."
Ay'ın parlaklığıyla aydınlanan sokaklarda, lambalardan kurtulmanın sevincidir bu içimdeki. Giderek darlaşan  arka sokakların daimi sakinleri; penceresine taş düşmüş, yorgun ve silik evler.. Ölümü hatırlatıyor, daha yolu yarılamadan. Açlığı temsil etmenin onuruyla sokaklarda dolaşıyor köpekler. ve giderek artan karanlığın; çalışını izliyorum hayatın renklerini.. ve Hayatın renklerini..
Yokluk üzerine hayal ettiğim dünyamda yaşıyorken ruhum, nice ruhların kayboluşu dolaşıyor sokaklarda. ve Bedenimdeki siyahlık aydınlatıyorken ruhumu, yürüyorum.
"Yolumun karanlığa saplanan noktasında
sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.."

Ah, yaz akşamları.
Beni efkarlandıran, sıradanlaştıran, bir sigara daha yaktıran, düşündüren, özleten, kulak astıran, belki de ağlatan ve bir sigara daha yaktıran, çayımı balkonda içirten, gökyüzünü seyrettiren, Cahit Sıtkı okutturan ve sonra da bir şiir yazdıran.. yaz akşamları..


ve Ahmet Kaya dinliyorum. Dinledikçe yuhalayan, dinledikçe alkışlayan ve dinledikçe uzaklaşan insanlara inat; Ahmet Kaya dinliyorum.
ve Sen.. Kaybolduğum sokaklarda saklanan, Cahit Sıtkıyı öylece korkutan, Necip Fazılı değiştiren ve kafasına sıkıp gitmesinin sebebi; Ahmet Kaya'nın.. Ah, sen..
ve sana inat dinliyorum. ve sana..
Hoşçakal iki gözüm, hoşçakal..


29 Haziran 2012 Cuma

ve asla tanrı'nın sigara içebileceğini düşünmeyin!


karanlık bir odayı, sigaraların aydınlattığını düşünün.
ve dumanıyla sevişin.
seveceksiniz.
ve en korktuğunuz suratı gördüğünüzde dumanların ardında
kaçmayın, işe yaramaz.
ve karanlık bir odayı, sigaraların aydınlattığını düşünün.

kafanızın içinde bomba var.
ondan kurtulun.
eğer başaramazsanız, telaşlanmayın.
iyi gelecektir.
düşünmek için çok geç.
kafanızın içinde bomba var.

bir kadın var.
ona istediğini verecek misiniz?
her zaman oradaydı.
ve vaad ettiği şeyler arasında.
bir kadın var.

bıçaklarınızı susturun.
ve kılıç darbeleridir ölümü kutsallaştıran.
acımasızlık biriktirin biraz.
çığlıkları kulaklarımda.
bıçaklarınızı susturun.

okuduğunuz kitaptaki bir kahramana asla aşık olmayın.
çünkü yazar hepsini planladı.
ve şeytanın gözlerine bakmayın.
harflerin ruh bulacağı bir savaşa hazırlanın.
okuduğunuz kitaptaki bir kahramana ise; asla aşık olmayın.

tanrı'nın nefesiyle yaratılan her şey; tanrı'nındır.
ve asla tanrı'nın sigara içebileceğini düşünmeyin!
gün ağarıyor.
ve bulutlar kıpkırmızı.
son şarkılar söyleniyor dudaklarda.
ve tekrarı olmayacaktır bazı şeylerin.




26 Haziran 2012 Salı

Mesela

Mesela uzaktan bakınca farkedilir çoğu şey.
Ya da duraksadığında anlamışsındır olanları.
Ne bileyim, bazen çok yalnız hissettiğimizde buluruz aradığımızı.
ve Ağladığımızda düşleriz hep güzel günlerimizi.
Ayrıldığımızda sevgiliden; ne iyi etmişiz deriz.
ve Ayrıldığımızda sevgiliden; birlikteliği özleriz.

Mesela koparılan çiçekler ölür.
Ama bir yenisinin çıkacığını unuturuz hep.
Bazı zamanlarsa yoruluruz hayatta
Ama bu; piano tuşlarında dans eden parmakların yorgunluğu gibidir genelde
ve İzlediğimizde güneşin batışını ilk defada
Ay'ın batışını merak ederiz.

Mesela dinliyormuşçasına bakarız sevgilinin gözlerine
Oysa hep dalar gider gözlerimiz
Ellerimizde oluşan tedirginliği de saklarız bazı zaman
ve Korkmuyorum deriz korktuğumuz her zaman
ve Zaman zaman kahvaltılarda buluruz vazgeçilmezliği
ve geç kalırız..

Mesela şiirler anlatır asıl hikayeyi
ve Hikayeyi anlatmaktır aslolan
Maalesef yazılan kişinin haberi yoktur yazılandan
ve yine biz okuruz, intikam alırcasına..


Mesela o zaman uzaklaşırız hayattan.
Çünkü uzaktan bakınca farkedilir çoğu şey.
ve İşte o zaman duraksarız, düşünmek için her şeyi yeni baştan
Ne bileyim bazen aradığımızı, yalnız kaldığımızda buluruz
ve Ağladığımızda düşleriz hep güzel günlerimizi
Sürekli tekrar eden yaşanmışlıkların doruğunda
Tekrar ederiz şiirimizi en baştan..

21 Haziran 2012 Perşembe

AKK uygulamasından kurtulmak için MTU ayarları

Hepimiz şu adil kullanım kotası saçmalığını duymuşuzdur. daha önceleri kotalı interneti kotasız gibi kullanan kullanıcılar vardı. şimdi ise bu adil kullanım kotasını geçen ve hızı yavaşlayan arkadaşlara yeni bir çözüm. modeminnize girip enter'a bastıktan sonra Adsl ayarlarından mtu ayarlarını değiştirebilirsiniz. bu değişiklikten sonra bazı sitelere girmeyebilir ama sonuçta anlık işinizi görmüş olur. tekrar mtu ayarlarını eski haline getirebilirsiniz. bu blog'da pek bu konular paylaşılmasa da AKK dan rahatsız olduğum için daha fazla insanın yararlana bilmesi için burada paylaşıyorum.

Ben denedim ve çalıştığına şahit oldum.

ilk ayarlarınız

AKK kaldırıcı ayarlar.


20 Haziran 2012 Çarşamba

"Huzur."

Biraz susamıştım ve vücudumun bir şeyler içmesi gerektiğine karar kılmıştık. Klasikten biraz daha sıcak bir yaz günüydü ama insanlar yinede klasikti. İsmini güzel bulduğum bir kafeyi gözüme kestirdim. Zemin kat girişinin hemen sağ tarafında bulunan merdivenlerden ikinci kata çıktığımda, oturabilecek bir yer aradım. Kafe dolu değildi ve duvarlarda fransız dokunuşunu hissettiren tablolar vardı. Oturmak için balkonda bir masayı seçtiğimde, hemen yanındaki masada güzel bir bayanın oturduğunu gördüm. Belki rahatsız olur düşüncesiyle onun olduğu masaya oturmak istesemde, yapmadım. Soğuk çay sipariş ettim ve aşağıyı seyrettim. Ferah bir havası vardı küçük ve mütevazı meydanın, gölgelikler ve masalarla doluydu. Aynı zamanda yeşil ağaçlar. Karşı binada Bizim Ev mantı salonu vardı. Salonun penceresinde rahatça izleyebildiğim televizyona takıldı bir ara gözüm ve sonrasında siparişim geldi. Kitap okumaya geldiğimi hatırladım ve kitabımı küçük çantamdan aldım. Milan Kundera'nın Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliğini okuyordum. Tam bu sırada kitabı gören o güzel bayan oturdu masama. Şaşırdım ve mutlu oldum. ve O unutamadığım konuşmalarımız başlamıştı...

17 Haziran 2012 Pazar

Raslantılar Prensesi


yaşanmışlıkların yorgunluğuyla yeni bir mücadeleye hazırlanıyorken ruhum
nasıl olduğunu kestiremediğim bir selamlaşmaydı belki de bu.
biraz acemiydim tabi, kabul ediyorum

ama sen raslantılar prensesi
sen dokunulmaz güzelliktesin

iksirin etkisiyle konuşanlar, gerçekte hiç konuşmamışlardır
ve dokunduğunda bozulur elbisenin ütüsü
sıradanlığın sıradışı süsleriyle karşı karşıyayım
bu felaket zamanında da kurtarıcı gelmeyecekse ne zaman gelecek
cevabın çaresizliğiyle savaştayım

ama sen raslantılar prensesi
bahsedilmeyen kurtarıcım
gel..

ayaklarımın ucunun, yani tırnaklarımın nereyi gösterdiğindeyim bu sıralar
bir anlamı olmalı mı ki arıyorum?
ve hiç bir zaman anlayamadığım lanetlenmiş cümle
seni kim böyle kurdu?..


ama sen prenses
raslantıların mucizesinde kaybolmadan
sebeb bul kendine
"çok sevdiğimden" de
"nefret ettiğimden" de
ya da "ölmek istemediğimden"

ama sen raslantılar prensesi
sen gidiyorsun..

12 Haziran 2012 Salı

Ah, o felaket, o talihsiz, o melun gün...

O melun, o talihsiz ve o felaket günü geldi, çattı. Gördünüz mü; kara yılanlar dolaşıyor gökyüzünde, şimşekler kılığında. ve Bir aslan kükremesi kadar ürkütücü gök gürültüleri. Dağların etekleri çürüyor hızla. Hayat hala devam ediyor, hayat bitmek için devam ediyor. Siyah ve parlak böcekler yeşil ağaç yapraklarında bekliyor kıyameti. ve Maymunların cıyaklamasıyla yankılanıyor ormanlar. Karıncalarla arıların savaşı başlıyor, karıncalar biraz daha güçlü sanki. ve Baykuşlar, güneşin kızıl ışıklarıyla ilk defa karşılaştıklarından olsa gerek, büyüsüne kapılıyorlar kıyametin. Gökyüzünde kara bulutlar şeklinde dolaşan, ürkütücü ve emrin yerine getirildiğinin göstergesi olan ebabil kuşları... Ah, o felaket, o talihsiz, o melun gün... Ah, o muciznevi, o gaddar, o müdhiş vaad...

11 Haziran 2012 Pazartesi

kardeşime on beşinci sesleniş ve bir cevap bekleyiş

Hani bazı ağlamaklar vardır ya kardeşim. Ne için ağladığını bilmeyecek kadar çok şeye ağlayarak ve bir o kadar unutarak tüm bildiklerini, öyle ortaya, öyle sereserpe, bir yardım çığlığı tınısında gecenin, ağlarsın. Öyle bir sahnededir. Sızlamalarını duymayacak kadar hissizdir kulaklar şaşırma. Olmadığımız şeylerin kalıntısıdır ancak, olduklarımız. Yanarak ölmüş bir ozanın kokusu hala gül, menekşe hatrımda. Kardeşim, nasıl bu kadar güçlü kolları babamın. Ve nasıl bu kadar yumuşak oluyor askeri bir asayişte günde üç sefer kestiği sakalları. Roman kahramanları bizi görür her gece rüyasında kardeşim. Ölümü ancak sevgi bitirir. Kıvırcık saçlı bir adamın hamile karısına sözleri. Anlayışlı çay tabaklarının vefakar dostluğu senden iyi olmasın. Çünkü bazen gerek kalmaz parantezlere. Beklemiş, beklemiş, beklemiş, ama öyle uzun beklemişki, sanki hep beklemiş kadar üzgün bir yağmur yıkık çocuklar. Kardeşim, verdiğim selamı bile takmadı kör duvar. Olsun, biz yine hiç yorulmadık. Yaslanabilecek ikinci bir omuz, son bir omuz yeni şehirler. Hep dolaşıp döndüğüm o şehir sensin kardeşim yine sen. Çünkü gözyaşının gözyaşına karıştığı insandır gerçek dost. Teşekkür mektubumdur emeği geçenlere. Bırak dedem, bırak elin öpeyim. Bak herkesin izi bir yaz yağmurunda yok oldu. Şimdi bütün kulları zemherinin kahrından ölmekte. Oysa biraz sakin be kardeşim, biraz sakin. Keşke kardeşim, hiç büyümemiş olsaydım.

8 Haziran 2012 Cuma

Yamuk Bakmak: "Bu Son Olsun!"

Selamlar! Bugün sizlere; edebi tufanlara yakalanmadan, yalın, anlaşılır, yamuk baktıran(Slavoj Zizek) ve biraz da anlatısal bir blog yazısı sunmaya çalışacağım. Bir filmden bahsetmek istiyorum, adını Cem Karaca'nın efsanevi şarkısından alan bir film. Tarihin ayıbını anlatan bir film. Yaşanmış acıları, gerçekliğin soğuk ve keskin üslubuyla anlatan bir filmden bahsedeceğim. Evet, Orçun BENLİ'nin yönetmenliğini yaptığı "Bu Son Olsun" filminden bahsediyorum. Yazımın bu kısmından sonra filmi izlemeyenler için spoiler uyarısı yapabilirim galiba..


Film evsiz, sokakta yaşayan 5 kişiyle başlıyor. 80lerde olunca bu 5 kişi durum biraz karışıyor. Sağcı solcu kavgaları, zafer umutları ve dava aşkı geçerken sokaklardan, 5'linin hayatta kalma mücadelesini seyrediyoruz filmde. Bir solcularda, bir sağcılarda ekmek buluyor bu 5'li. Derken ihtilal gelip çatıyor ve sokağa çıkma yasağı konuluyor. Sokakta yaşayan 5'linin durumları iyice karışıyor derken içlerinden 1'i yunanistana kaçma şansını buluverince, hiç beklemiyor. ve İleride Almanya'da vergi rekortmeni oluyor. Geriye kalan 4'lü ise hapishaneye düşüyor talihsizce. Talihsizce dedik ama aslında onlar için büyük bir rahata kavuşma oluyor bu hapishane işi. Solcuların koğuşuna düşüyorlar ve ufaktan bir dostluk başlıyor, bu sefer sahici. Bu sırada Hapisahane müdürü, sorumlu rütbeliyle(yanılmıyorsam yüzbaşıydı) bir plan yapıyor, daha doğrusu üslubuyla öneriyor. 4lünün içinden en koca adamı seçiyorlar. Onlar adına casusluk yapması var planlarında. ve Plan işliyor fakat işleyen plan koca adamın olunca işler bi hayli fazla karışıyor. Sonrasında solcular ve sağcılar koca adam sayesinde özgürlüğe kaçıyorlar. Derken memur bey intikam aleviyle yanıp tutuşurken hiç bişi yapamıyor. ve Film çarpıcı bir şekilde son buluyor.

Facebook sona mı yaklaşıyor?

Bundan yaklaşık 7-8 yıl önce açılan. Ve Türkiye de ilkokul arkadaşını bul sloganı ile yaygınlaşan sosyal devinden gelen sesler, çöküşün göstergesi olabilir mi?

Sosyal ağ artık bir gereklilik hale geldi şu teknoloji dünyasında. İnsanların dünyaya açılan kapısı. Peki bu sosyal ağlar ne derecede başarılı olarak yönetiliyor. bir zamanlar yonja.com vardı. çoğu kişinin kısmen üye olduğu yada gezdiği bir siteydi. şimdi ise kimsenin hemen hemen bakmadığı site. peki ne değişti? yöneticilerin kullanıcı duyarlı değil de para duyarlı olması, bu durumu açıklayabilir mi bilmiyorum. ama sanırım ben böyle görüyorum. İnsanların nereden sevgili edindiği umrumda değil. ama sarkıntılık evrelerini diğer kullanıclar görürse sanırım oradan iğrenmeye başlıyor insan.



dünyanın harcanan bütün emekleri ve degersiz kılınan bütün sanat eserleri adına

çöp üzeri peynirler, küflügiller ve milyon dolarları bile beş para etmeyen milföy hamurundan yiğitler. söylesene dostum, bu yaz da nereye gitti bizim emekler...

6 Haziran 2012 Çarşamba

ve Nietzscheler..

beğenilmemenin korkaklığıyla yazılan şiirler gibiyim bu gece.
"sessiz ve kimsesiz" kelimesinin geçtiği bir satırın sıradanlığındayım.
düşlediklerimin gölgesinde uzanıyorum,
pembe ritimlerin çaldığı şarkılarda..

üzücü diyaloglarımı gözden geçiriyorum,
ıssız bir adaya düşsem diye başladığım sorularla.
ve sonra her şey bittiğinde diyorum,
ya her şey bittiğinde ?

geçen ay'ın yaşattığı zorlukların canı cehenneme
onların tabularıyla seviştiğim şu günlerde
kafede çalışan güzel bayan;
sana ihtiyacım var.

bulutlar,
güneşi perdeliyor.
şimdiki zamanlarımdan nefret ediyorum,
bak yine oldu.

kelimeler,
büyüleriyle aldatılan insanlar,
öldürülen ölümsüzlük
ve Nietzscheler..

bitti dimi her şey?
-bitti.

1 Haziran 2012 Cuma

Yaşıyoruz Sadece..

83 yaşındaki bir fransız kadınının poposuna benziyor dünya..

Çılgın Türk düğünlerinin sokaklara yeniden döndüğü şu zamanlarda, kış mevsiminin yorgunluğunu hissediyoruz üzerimizde."İkizlere takke" diyen insanların giderek azaldığı çevremizde yeni suratlarla tanışıyoruz. Abisinin izin verdiği çerçevede ilk günahını işleyen küçük gencin endişesinde saklıyız. Meraklıyız..

28 Mayıs 2012 Pazartesi

kardeşime on yedinci sesleniş...

Ben, canım kardeşim. Ben fotoğraflarda düzgün çıkamıyorum. Ya ne zaman fotoğraf çekseler garip bir hal alıyorum ya da ne zaman garip bir hal alsam fotoğraf çekiyorlar. Öylece bir çelişki kimden tarafım bilemiyorum. Çekiştirilip durulan gökyüzü gibiyim. Bende gelen fazla kalmaz ve gidenler geri döner elbet. Kendime aldığım bir cümleyi bırakmam başka bir anlama getirmeden. Ben fotoğraflarda çıkmam kardeşim, var ile yok arasıyla hiç ile piç arasındayım. Beni sevmem babamı da sevmezdim. Hiç birini bilmem isimler, şehirler ve hayvanlardan. Aram iyidir artislerle. Mahalle arası çokça dışlanmış, bir mahalle arasından bile dışlanmış küpelilerle. Ben, kardeşim, içmeye üşenirim bir bardak su bulsam. Çokça uçulan gecelerde gelen o hesap gibiyim. İtiraz var ya o benim bahşişim. Tıkanıp kalmışlığımın geçtiği oluyor da, sıkılıp bırakmışlığım bolca. Unutma kardeşim, bazen insan koca ırmakları yok ediyor bir bardak suya.

27 Mayıs 2012 Pazar

O araf vaktinin..

Uyuyamadığım gecelerin sabahlarında,
Bir pişmanlık ki almış hiç bir yanımı.
Mutluluk,
Uyuyan bir dostun çapaklarında.
Baygın bir düşün hatırlanan son zerresi.
Ölsem,
Yine kimsenin haberi olmayacak.
Kalsam,
Kendime zarar.
Yani bu durum yine zifiri.
Bir uçurum görsem atlayacağım,
Bu sefer sahiden atlayacağım.
Sonra zamanı geldiğinde
O araf vaktinin,
Kıyabileceğim kim varsa ispiyonlayıp,
Atabileceğim kim varsa kıyacağım.

25 Mayıs 2012 Cuma

Öldürdüğümüz harflerin yansımasıdır boyun eğmek..

 Güzel olacağına inandığımız günlerin kayboluşunu izliyoruz..

 Karanlığın ardında saklanan siyah renkli ışıkların gölgesinde ettiğimiz duaların kabul oluşunu beklediğimiz bu günlerde, her şeyin ters gittiğini görenlerimizin canı, bi hayli fazla sıkılmıştır diye düşünüyorum. En acısı ise dostlarım; bir şey yapamamak..

 Belirsizlik rüzgarına fısıldadığımız yasaklı kelimelerimizin bulunduğu kapalı kutuyu açmanın vakti gelmiştir belki de.. Kilidi olmayan bu kutunun içinden benim de ilk çıkardığım kelime ise; "boyun eğmek" oldu.


18 Mayıs 2012 Cuma

Ubuntu Türkiye E-Dergisi SUDO

2010 yılının mayıs aylarında windowsdan sıkıldığımı ve özgür yazılım diye duyduğum işletim sistemlerini denemek istiyordum. Aklıma doğal olarak ilk pardus geldi. Ama ben araştırma yapmak istedim. benim çok vaktim yoktu ve en popüler ve kullanımı en kolay işletim sistemini deneyecekyim. Daha karar kılmadan ufak bir araştırma yapayım dedim. ve en popülerlerinin Ubuntu olduğunu öğrendim. ve yine kurmadan ubuntu-tr.org o zaman ki adresine üye olmuştum. nasıl kurulacağını öğrenmiştim. ve desktop sürümü yerine alternatif sürümü indirmişim. herşeyi bana sadece yazılı bi ekranda, görselin bulunmadığı bir ekranda bana soruyordu. tek tek cevaplarken kısmen açık kaynağın ne demek olduğunu da anladım. 


41. Sayıdan bir sayfa

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Sokak Lambalarının Dansı

 "İntikamın kasvetinin bulaştığı bir bardak su içtim dün gece.. "

 Karanlıktı. Gözlerimizin ayrıca güç harcadığı bu ışık seviyesinde; halinden memnun görünüyordu. Bir sigara yaktı, ve izmaritini sakladı cebine. Telefonun ışığı yandı bir ara ama aldırış etmedi. Gündüzün en işlek, geceninse en sakin caddesinde yürüyordu tek başına. Az önce çalan telefonunu son 3 saattir elinde tutuyordu. Bu 17. arama olmasına rağmen yine aldırış etmedi ve adımlarını atmaya devam etti. Caddedin sol tarafındaki devasa binalar döndü bi ara. Çalıştığı binanın penceresinden kendi odasının avizesini seyretti bir süre. ve Cebinden çıkardığı sigara izmaritini seyrettiği yerin hemen yanında bulunan ve caddeyi ikiye ayıran gecenin rengini soldurduğu yeşil çimlerin kaldırımına koydu. Bir sigara yaktı; ardında bırakırken penceresini.

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Harf İnkılabı Gerekli miydi?

İnsanoğlu geçmişte yaşanan olayları araştırmakta tembellik yapıyor. Oysa eski zamanlarda bir ulus için en önemli unsur geçmişiydi. şu an izlediğimiz tüm tarih dizilerinde, karakterler geçmişini çok iyi biliyor. Sadece bilmek yeterli mi? sorgulamak da gerekiyor mu? Yoksa herşey sorgulanamayacak kadar kutsal mı?.. En kutsalımız inançtır ve insan inancını bile sorgularken tarihte ki yapılan olayları neden sorgulamasın. Çünkü bizi bu vaziyette yaşatan milletin geçmişte yaptığı tarihsel olaylardır. Doğdukları yerleri, inançları, konuştukları dilleri, yemek kültürü, toplumsal kültürler... hepsi tarihin bize sunduğu yaşam aletleridir. En önemli olanları da yakın geçmişimizde oluşan olaylardır.


Harf inkılabının yapılışında ki hedeflenen neydi bilmiyorum ama birçok kişi batıya, teknolojiye, çağdaşlığa ayak uydurmak diyerek kılıf uydurdular bu inkılaba. İnkılap neyle yazılır “şapkalı a” ile mi? hayır hayır şapkalı harf kalkmıştı sanırım. bu sene de değişiklikler olacakmış olmuş filan diyorlar, Türk Dil Kurumu’nda. eee 600 yıl boyunca uğraşırlar artık yüzyıl öncesinde kaybettiğimiz seviyeye ulaşmak için. 


10 Mayıs 2012 Perşembe

"Bunu yapmamalıydım.." larımızı hatırlayalım bu gece..

"Bunu yapmamalıydım.." dediğimiz zamanlarımızı hatılrayalım istedim bu gece..
Pişmanlığımızın yüzümüze vurduğu kırmızı sıkıntıdan bahsedelim biraz da..


Evden bağırarak ayrılan bir genci hayal edin, kalp kırmanın rahatsızlığı var suratında ama hala kararlı isteğinde. ve biraz önce, evden hışımla çıkan oğlunun arkasından bakan annenin gözlerini hayal edin. Bir daha görememenin korkusu var ikisinde de. ve o korkunç sessizliğe karşı verdikleri mücadeleyi hayal edin..
Sinirini hala geçirememiş gencin hızlı adımlarını ve soluklarını izleyin. Sizi de biraz korkutacaktır. Caddeye indiğinde soluna ve sağına hızlıca bakıp attığı ilk adımla beraber; hızlı bir ticari aracın ona çarptığını hisseden gencin aklına ilk gelen pişmanlığıyla yalnız kalmak istiyorum bu gece..
"Bunu yapmamalıydım.."

25 Nisan 2012 Çarşamba

Sigaramın Kırmızısı

Sessiz bulutların bulunduğu karanlık gökyüzünü seyrediyorsun. Ağzında sigara, daha yakmadın. Oturduğun kaldırımda bira şişeleri var, bir gece öncesinden kalma. Aklından çok şey geçiyor. Mesela; o gün beyaz dolmuşa bindiğinde gördüğün adamın rahatsız edici yüzü. Yüzündeki çizgiler sanki olmak istediğin bir şehrin haritası. Ama ürkütücü olan yanını farkediyorsun. O an; inmek istiyorsun ama yapma. Bir şey kazandırmaz.



İki sokak aşağıda geç saatte seans bileti almış gencin evine dönerken karşılaştığı köpeklerin havlamaları arada bir sessizliği bozuyor. Sense buna aldırış etmiyorsun. Tıpkı güzel giden bir şeyde ters giden ufak şeyleri gözardı etmek gibi. Seni anlayabiliyorum gibiyim. Ama sen öyle düşünmüyorsun. Beni düşünmeyi bırakıp az önce -kendi içinde- bitirdiğin ilişkini düşünüyorsun. En iyisini yaptığına inandırmaya çalışıyorsun kendini. Evet iyi bir şey yaptın ama en iyisini değil. Peki bana kızma, seni anlatmaya devam etmeme izin ver.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Kimse Gözlük Olmak İstemez

Ahmet tabağını bitirmeden kalktı masadan. Dün borsada talihsiz bir kayıp yaşadığı için pek iştahı yoktu. Çocuklarını gülümseyerek öptü, bakıcılarına gülümseyerek evden çıktı. Kafasında bin bir sıkıntı varken, insanlara gülümsemeyi bırakmaması gerektiğini düşündü. Ve arabasına bindikten sonra yüzünde ki ciddiyet iyice artıyordu. Gözlüğünü taktı, dikiz aynasında kendini inceledi. Zor bir gün onu bekliyordu.



Şirkete varınca odasına girmeden, tüm çalışanlarına,onların kendilerine gelmesi için kahve ısmarladı. Kaybettikleri için çalışma azmini yitirmemeli ve daha dikkatli olmalıydılar. Bir saat geçmeden herkese konuşma yaptı. Bütün planlarını tek tek uyguluyordu anlattı. hiçbir duygusuna zaman ayırmadı. ne nefret ne kızgınlık ne de sevgi, sadece aklını kullanmalıydı.

13 Nisan 2012 Cuma

kafede çalışan güzel bayan

 
müziğin sesini kıs koca adam,
yeterince iyi düşünemiyorum.
karanlık odada ışık olmaması ne garip
belki de ona söyleneni yapıyordur..
gökyüzündeki bulutların sayısı azalırsa eğer
bir bulut çizmelisin en sevdiğin defterine
ve o defteri kaybetme;
çünkü en sevdiğin örümceğin ismi yazılı olacak o defterde.

hey sen! kafede çalışan güzel bayan
keşke daha önce doğsaydım
beni dinlediğini gördüm ve izliyordun da
ama hayır tatlım bizden olmaz..
tabakları yıkamaya devam et,
 kirli tabaklardan kimse hoşlanmaz.
tamam şimdi müziği kapat
ve bir şarkı söyle benim için..

6 Nisan 2012 Cuma

Şimşeklerin parladığı yerde fazla durmamalısın..



Şimşeklerin parladığı yerde fazla durmamalısın..
orası senin gibiler için pek de tekin değil.
hatırla; nasıl ağladığını çocukluğunda yağmur yağarken.
ve Hatırla nasıl anladığını; büyümenin derin sızısını..
gökgürültürleri dolaşıyor sokaklarda,
kapılar pencereler kapalı
bir de rüzgar var
sertçe tükürüyor pencerenin camlarına yağmur damlalarını
ve güzel bir manzara oluşuyor yaşlılar için.
Toprak en güzel kokusunun şişesini üstüne dökmüş
Annesinden saklanıyor, oysa en az annesi kadar yaşlı..

Mızıka sesi duy, kulaklarını yorgun hissettiğinde
ve sen gitar çalan çocuk benim için bir parça çal, yalnızlık telinde.

31 Mart 2012 Cumartesi

Hayatı Sorularla Sorgular İnsan!

Nasıl geldim bu dünyaya... Kimin nesiyim... Değerlerim neler... Tüm insanlar farklı mı? yoksa farklı mı zannediyorlar kendini... 



Belki bütün soru kelimeleri ve ekleri ile çeşitli şeyleri sorguladık. Ama her dönemde daha çok sorguladığımız veya sorgulama kelimesi kullandığımız şeyler olur. Evet ben "Neden" sorusunu sanırım şu günlerde daha çok sorar oldum. Neden iyi bir insan olmak istiyorum... Neden arkadaşımın derdini dinliyorum, karşılıklı çıkar ilişkisinden dolayı mı? iyi anılmak istediğimden mi? yoksa kendimi iyi biri olarak görmek istediğimden mi?... Neden seçtiğimi bilmeden bir çok seçim yapıyorum. Sorsam da kendime nedenini cevap vermiyor bana, bende nedenini bilmeden yapıyorum yaptıklarımı.

18 Mart 2012 Pazar

yeniden aşık olabilirdim.. ama yapmadım.

yeniden aşık olabilirdim.. ama yapmadım. kahvaltı tabağımı temizledim. peynir vardı. ve masadan kalktım. bir bardak aldım. su kattım. içtim. kafamı çevirdim, televizyon açık kalmış; kapattım. pencereyi açtım, aşağı baktım. 8. kattaydım. yoldan arabalar geçiyordu, izledim. küçük bir kız gördüm; ağlıyordu. merak ettim. düşündüm ve vazgeçtim. pencereyi kapattım. perdeyi çektim. karanlık arttı. ürperdim. bekledim. içeri gittim. fotoğrafın. masanın üzerindeydi. bakmadım. ya da baktım. ama bakmamış gibi yaptım. geçtim gittim masanın yanından. hayallerin bekletildiği yere yöneldim. kitaplıktan bir kitap aldım. kapağını beğenmedim. ya da daha önce 3 kez okumuştum. geri koydum. bir başka kitaba daha baktım. ismini beğenmiştim. ama okumadım. tekrar mutfağa gittim. kahvaltı tabağını kaldırdım. dolabın kapağını açık bırakmışım. geri geldim kapattım. bir bardak daha aldım, su kattım, içtim. ve bir bardak daha. durdum. gözlerim doldu. ağlamıcaktım. yığılmamak için tutundum. sakinleştim ve masaya oturdum. bekledim. başımı ellerimin arasına aldım. saçlarımı çektim. gözlerim kanlanmıştı. tamam, biraz da yaşlanmıştı. ellerimi serbest bıraktım ve onları izledim. düşündüm. babamı hatırladım. bana kızıyordu. başımı masaya koydum. karanlık arttı. aydınlık aramak istedim.bir ses duydum ve aniden başımı kaldırdım. ambulans gelmiş. pencereyi açtım. aşağıya baktım. küçük kız hala ağlıyordu. bağırarak. aman allahım.

17 Mart 2012 Cumartesi

5 6 8 11 2 15

Bugün olanları düşünürken merdivenlerden yukarıya doğru çıkıyordum. Asansörü kullanabilirdim ama es geçtim. Adımlarımı yavaşlatıyordum. Kulaklığımı taktım ve sesi sadece benim duyabileceğim derecede açtım. 5. kata geldiğimde çıkmam gereken 6 kat daha olduğunu anladım. 8. kata geldiğimde ise hala Mozart'tan "Requiem" çalıyordu. Hazırdım. Hazırlanmıştım.. Müzik değiştiğinde şarkının Sting'ten "Shape of my heart" olduğunu anladım. Gözlerimi kapattım. Biraz olsun dinlendikten sonra 11. kat kapısından içeri girdim. Işıkları yaktım. Aylin kanepede uyuya kalmıştı. Mutfağa gittim, ellerimdeki kanı temizledim. ve bir şeyler atıştırdım. Müziği kapattım ve içecek birşeyler aldım dolaptan. İçtiğim şeyin vişne suyu olduğunu anladığımda püskürtmemek için ayrıca çaba harcadım. Lanet olsun ! çok stresliydim.


Silahımı gizlice çıkardım. Kontrol ettim ve temizledim. Deri ceketimi henüz çıkarmadığımı farkettim ve salona doğru gittim. Silahım elimdeydi. Oturdum. Aylin uyanırsa diye kanepenin üzerine koyduğum silahımı ceketimle sakladım. Bekledim. Saat 2'ydi. Televizyonun kısık sesinde, Okan'ın programlarından biri vardı. Pencere açık kalmıştı. Sonbahar'ın ilk rüzgarı içeriye giriyordu.  Bekledim. Masada dikkatimi çeken bir şey yoktu, yine aynı tabak ve yine aynı kalıntılar. kanepede duran battaniyeyi aldım ve Aylin'in üstünü örttüm. Bekledim. Sol tarafta, duvarda asılı duran ilk ve tek ve 15 yıllık tablomu gördüm. O fotoğrafta yağmurda yürüyen şemsiyeli iki yabancı vardı. Hatırlarımı anımsadım ve bekledim...