20 Haziran 2012 Çarşamba

"Huzur."

Biraz susamıştım ve vücudumun bir şeyler içmesi gerektiğine karar kılmıştık. Klasikten biraz daha sıcak bir yaz günüydü ama insanlar yinede klasikti. İsmini güzel bulduğum bir kafeyi gözüme kestirdim. Zemin kat girişinin hemen sağ tarafında bulunan merdivenlerden ikinci kata çıktığımda, oturabilecek bir yer aradım. Kafe dolu değildi ve duvarlarda fransız dokunuşunu hissettiren tablolar vardı. Oturmak için balkonda bir masayı seçtiğimde, hemen yanındaki masada güzel bir bayanın oturduğunu gördüm. Belki rahatsız olur düşüncesiyle onun olduğu masaya oturmak istesemde, yapmadım. Soğuk çay sipariş ettim ve aşağıyı seyrettim. Ferah bir havası vardı küçük ve mütevazı meydanın, gölgelikler ve masalarla doluydu. Aynı zamanda yeşil ağaçlar. Karşı binada Bizim Ev mantı salonu vardı. Salonun penceresinde rahatça izleyebildiğim televizyona takıldı bir ara gözüm ve sonrasında siparişim geldi. Kitap okumaya geldiğimi hatırladım ve kitabımı küçük çantamdan aldım. Milan Kundera'nın Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliğini okuyordum. Tam bu sırada kitabı gören o güzel bayan oturdu masama. Şaşırdım ve mutlu oldum. ve O unutamadığım konuşmalarımız başlamıştı...
"Merhaba"
"Merhaba"
"Oturdum ama sakıncası yoktur umarım" dediğinde yudumladığım çayımı masaya koyarken,
"Sakıncası olmalı mı? Olmamalı mı? Sizce bunu kim belirler?" dedim gülümseyerek. Klasik bir "sakıncası yok tabii ki" demenin dışına çıkmak istiyordum o gün ve bana bu cesareti verdiği için minnettardım ona. ve Sonra
"Parmaklarımız belirler" dedi güzel kadın. Parmaklarımı gösterip ona,
"Peki sizce sakıncası var mı?" diye sordum.
"Olmadığını görüyorum parmaklarınızda" dedi güzel bayan. ve Gülümsedi."Kitabı nereye kadar okudunuz?"
"Bitirdim ve şu an incelemesini yapıyorum aslında." dedim, kitabın sadece ilk 70 sayfasını okumama rağmen.
"En beğendiğin kısım neresi, sence güzel bir kitap mı?"
"Post-Modern edebiyatın önemli eserlerinden, fakat üsluba alışmakta zorluk çektim."
"Ağırlığın yaşattığı acıyı anlamak" dedi sessizce ve düşünceli bir şekilde.
"Hafifliğin yarattığı boşluğu anlayamamak" dedim gözlerine bakarak. Kadın henüz yeni gelmişti ki siparişi de henüz geldi. Bir döner ve bir de soğuk çay söylemişti. Yemeye başladı.
"Bana kendini anlatsana? Ne yaparsın, nasıl birisin ve neyi düşünürsün?" dedi ağzı biraz doluyken.
ve ben de çayımı tekrar yudumladıktan sonra,
"Adım Burak..."
"a Bende Özge, memnun oldum" dedi sözümü gülümsemeyle bölerek.
"Ben de memnun oldum" dedim gülümseyerek.
"Tek başıma kafelere gitmekten çok hoşlanırım, tanımadığım insanlarla, tanımadığım güzel bayanlarla konuşmaktan zevk alırım (gülüşmeler), Kısa kısa tarih notlarını fakat padişahlardan efendilerden bahseden değil; 15. yüzyılda iki çocuğu olan bir fransız kadının hayatını konu alan kısa tarih notlarını çok severim. Siyasi görüşüm, yumuşatılmış anarşizm; yani dini islam olarak kabul edip, milliyetçiliği en aza indiren ve hayatını sosyalist bir biçimde yaşayan yumuşak anarşistim(tekrar gülüşmeler). ve Karamsar bir adamım. Belki de bakış açım bu. Peki ya sen?" dedim, kurtarıcısını bekleyen pandalar gibi.
"Ben" dedi sesinde detone olan bir çıkışla. ve Boğazını temizledik nazikçe.
"Ben yalnızım. Annemi ve babamı onlar beni terketmeden terkettim. Sevgilim hala beni seven bir şirket CEO'su. Çok zengindim. Aslında hala öyleyim. Yalnızlığı seçmeden önce yanıma biraz fazla para almıştım.( o güldü ama ben dikkatle dinliyordum onu) Çünkü korkaktımda. İnsanlardan korkmazdım sanırdım, ben sadece kendimden korkardım. Ama şimdilerde anlıyorum; rezil olacağımın, o olmazsa ben ne yaparımın, ya ölürsemin benimle hiç bir ilgisinin olmadığını. İnsanlardan korkmalıydım. İnsanlardan kaçmalıydım. Ama insanlarla tanışmalıydımı da hiç unutmadım bu 3 yıllık süreçte. Hep yeni ve yakışıklı insanlarla tanıştım, hep (gülüşmeler)." Güneş gözlüğünü çıkardı kafasından ve eline aldı, başka bir şeyler düşünerek oynamaya başladı onunla,
"Sonra..." dedi ve sustu ve devam etti ,
"Sonra bir şeyi farkettim, daha önce hep çevresinde gezindiğim ama göremediğim o şeyi, yalnızlaştıkça kendileşirdi insan. Ama bu yalnızlığı pesimist bir bakış açısıyla söylemiyorum, mesela kalabalıkların içinde, onlarla beraberken yalnız olmak gibi. Hastanede dişçi koltuğunda, doktorun o iğrenç metal yığınlarıyla dişimi kazırken, karşıda oturan annemin gözlerine bakarak yalnızlaşmak gibi. Kafede, daha çok yeni tanıştığın insanla karşılıklı sohbet ederken yalnız olmak gibi. Doğum gününde yalnız olmak gibi. Tatlı bir şeydi bu. Üzgün ve çirkin değildi, hep bahsedildiği gibi. Aşık olmak gibi bir şeydi, karnında kelebekler uçuşuyordu resmen(gülüşmeler ve hemen ardından gözlerimizin kesişmesiyle farkettiğimiz göz bebeklerimiz)."
"Peki ya sonra?"
"Sonrası gezmeye karar verdim her yeri, şimdi de ne olduğunu hala anlayamadığım bir şehirdeyim."
"Onu sormuyorum, kendileştiğinde insan ya da tatminleştiğinde, istediğini elde ettiğinde, sonra?"
Duraksadı biraz, şaşırdı yüzünden anladım. ve sonra,
"Huzur." dedi uzaklara dalarak. On ya da on beş saniye sonra telefonum çaldı. ve Belkide büyü bozuldu. Hemen ayrılmam gerekti kafeden, vedalaşarak ayrıldım. Ne telefon numarasını almıştım ne de adresimi istemişti. İşte istediğim ve 27 yıldır beklediğim insandı o. Bir savaşın ortasındaki kurtarıcımdı o ufak konuşma metinleri. ve Ayrıldığımda kafeden, farkettiğim yalnızlığı, hissettiğim güçlülüğü ve arkama bakmadan bir daha gerisin geriye koştuğum, yalnızlığıma koştuğum bugünlerimi, ayaklarımın ucundan sıcak bir su misali yükselerek kalbime ilişen o şeyle karşılıyorum..
"Ne?"
"Huzur."


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder